Türkiye’de Sivil Toplumun Sınırlı Özerkliği ve AB Üyelik Sürecinin Suistimali

Date:

‘AB entegrasyon sürecinin suistimali’, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) sivil toplumu kontrol altına alması ve Türkiye’nin kültürel sermayesini dönüştürmeye çabalamasıyla ilişkili olarak görülmelidir. Mülakat yapılan sivil toplum liderlerinin çoğu, AKP’nin demokratikleşme söyleminin yüzeyselliği konusunda uzlaşı halinde… Yani, AKP’nin, Türkiye’nin AB entegrasyon sürecini, ülkenin daha da otoriterleşmesinin aracı ve iç siyasette manevra alanı olarak kullandığı iddia edilebilir.

Türkiye’de Sivil Toplumun Sınırlı Özerkliği ve AB Üyelik Sürecinin Suistimali

Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz, Türkiye’ye ziyaretinde, AP’nin AKP’nin reformlarından kuşku duyduğunu, AB’nin artık AKP için bir anlama gelmediğini ve reformların taktik reformlar olduğunu ifade etti. CHP, MHP ve BDP liderlerini ziyaretinde, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın başlangıçtaki Erdoğan olmadığını vurgulayan Schulz, ‘Bizi köklü reformlar yapacağına inandırmıştı. Ancak taktik reformlar yapıyor. Hayal kırıklığına uğradık’ eleştirisinde bulundu.[1] AKP’nin samimiyetine olan bu şüpheyle bağlantılı olarak, bu yazıda Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylık süreciyle ilgili yeni bir kavram öneriyorum: Hükümet partisinin AB entegrasyon sürecini suistimali. Bu durum, sivil toplumun kontrol altına alınması süreciyle de ilişkili olarak görülmelidir. Bu yazıda, Alevi inisiyatifi, Deniz Feneri Davası ya da HSYK’nın yapısındaki değişiklikler gibi bazı kritik olaylara odaklanılarak bu kavram temellendirmeye çalışılacaktır.

Avrupa imgesi, Türkiye’deki siyasi söylemlerde sürekli bir referans noktası olma özelliğini taşır. Yönetici kadrolar, AB’ye entegrasyon sürecini ve özellikle de Kopenhag kriterlerini kullanarak kültürel ve ahlaksal hegemonyalarını sağlamlaştırır ve yetki kullanırlar. Bunun en çarpıcı örneği, AKP’nin Türkiye’nin AB’ye entegrasyon sürecini, ülkenin daha da otoriterleşmesinin aracı ve iç siyasette manevra alanı olarak kullanmasıdır. Kendisini muhafazakar demokratların partisi olarak tanımlayan ve merkez sağda konumlanan AKP, politikalarını AB üyelik sürecini referans vererek gerekçelendirerek ideolojik hegemonyasını güçlendirmektedir. Diğer bir deyişle, şu anda içinde bulunduğumuz siyasi atmosferde AKP, AB üyelik sürecini bir sosyal kontrol biçimi olarak araçsallaştırmaktadır.

AB üyelik süreci boyunca, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AB Devlet Bakanı Egemen Bağış, AKP’nin AB üyelik hedefine bağlılığını sürekli olarak dile getirdi. AKP, 2002 yılında iktidara gelmesinin ardından AB yanlısı bir siyasi ve ekonomik reform gündem uyguladı. Önde gelen Türk siyaset bilimcileri, AKP’nin yerleşik Kemalist elitlerin baskısını engelleme taktiği olarak AB’yi desteklemeye başladığı konusunda uzlaşıyordu. Süreç içerisinde bu destek, Necmettin Erbakan ve Milli Görüş’ün temsil ettiği İslami köklerinden kendilerini ayrıştırmanın stratejik bir aracı haline geldi.[2] AKP,bunun yanısıra süreç içerisinde dinsel hak ve özgürlükler bağlamındaki yasa ve düzenlemeleri geliştirmeyi amaçladı. Ancak son zamanlarda, AKP hükümetinin Türkiye’nin geleneksel Avrupa yönelimli dış siyasetine bir tehdit oluşturup oluşturmadığı ve AKP’nin Türk siyasi sistemi ve sivil toplumunu daha da otoriterleştirip otoriterleştirmediği bağlamında şiddetli tartışmalar yaşanıyor.

Sivil toplum, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecindeki sosyal, siyasi ve ekonomik dönüşümünü ele alan sosyal bilim söylemlerinde en çok kullanılan kavramlardan biri haline geldi. Bununla beraber, hükümet partisi AKP’nin tüm sivil toplumu kontrolu altına almaya ve Türkiye’nin kültürel sermayesini dönüştürmeye çabaladığı yönündeki kuşkular artıyor.[3] Bu öngörüyle önde gelen sosyal bilimciler, AKP hükümetinin sivil toplum örgütleri arasında ayrımcılık uyguladığını ve bu yolla kültürel ve ideolojik hegemonyasını güçlendirmeye çabaladığını belirtiyor. Hükümet partisinin, ideolojik ve siyasi benzerlikler taşıdığı gruplara daha yakın olduğu iddia ediliyor. AKP hükümeti, temsilcileri AKP üyesi olan muhafazakar yardım kuruluşu Deniz Feneri Derneği’ni desteklediğinde bu daha da çarpıcı hale geldi. Almanya tarihinin en büyük yardım yolsuzluğu olarak anılan Deniz Feneri Davası’nda, AKP’nin suç ortaklarını koruduğu ve toplanan bağışların AKP’nin siyasi amaçları için kullanıldığı yönünde eleştiriler arttı. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), paranın AKP’ye yakın medyayı desteklemek amacıyla kullanıldığını iddia etti. Davayla ilgilenen üç savcı, geçtiğimiz haftalarda aniden yeterli neden gösterilmeden davadan alındı. Şu anda hapis ve meslekten atılma cezasıyla karşı karşıya bulunuyorlar. Aslında, Deniz Feneri Davası’nı ileriye götürdüklerinden, AKP kontrolü altındaki yargı tarafından baskı altına alındıkları iddia edildi .[4]

Avrupa Komisyonu 2010 İlerleme Raporu’nda, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısının değiştirilmesine yönelik anayasa değişiklikleri olumlu bir adım olarak karşılandı. Son değişiklikler, kurulun yapısını ciddi biçimde değiştirdi ve AKP’ye geniş bir yetki alanı sağladı. AB, muhalefet partileri ve bazı sivil toplum örgütlerinin, yargının hükümet partisine bağımlı hale geleceği uyarılarına aldırmadan, HSYK’nın yapısındaki değişiklikleri savundu ve demokratikleşme adımı olarak övdü. AKP’nin, yapılan değişiklerle gücünü sağlamlaştıracağı endişesinin gerçekleştiği iddia edilebilir. Kısmen bu değişikliklere bağlı olarak, gazeteciler, siyasetçiler, öğrenciler ve aktivistler son aylarda Türk polisi tarafından sözde terör planı nedeniyle; birçok eleştirel ses açısından ise medya ve muhalefeti bastırma amacıyla tutuklandı. KCK operasyonları, BDP siyasetçilerini siyaset dışına itmenin ana aracı olarak kullanıldı. KESK, Insan Hakları Derneği, Eğitim-Sen ve diğer demokratik kitle örgütleri KCK’yla bağlantılı olmakla suçlandı.

AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, BBC’nin efsane programlarından Hardtalk’ta 1 Mart 2012 tarihinde tutuklu gazeteciler hakkında konuştuğunda, Türkiye’de mesleği yüzünden tutuklanan hiçbir gazetecinin olmadığını, ancak gazeteci kimliği taşıyan bazı kişilerin birine tecavüz ederken yakalandığını bu yüzden tutuklandığını ifade etti. Ancak Türkiye’de tecavüz şüphesiyle ilgili tutuklu bulunan hiçbir gazetecinin olmaması tutuklamalar bağlamında AKP’nin ifadelerinin dürüstlüğü konusunda kuşku uyandırıyor. Her koşulda, AKP hükümeti yüzden fazla gazetecinin tutuklu olduğunu reddediyor ve AB’yi yanlış bilgilendirmelerle ikna etmeye çabalıyor.

Yakın zamanda, AKP’nin yönettiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yönetmeliğinin değiştirilmesini önerdi. Bu düzenlemelerle, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yönetim kadrosunun dönüştürülmesi planlanıyor. AKP tarafından daha önce dindar insanları aşağılamakla eleştirilen şehir tiyatrolarının sanatsal içeriği üzerindeki kontrolün artacağı açıkça görünüyor.

AKP’nin AB entegrasyon sürecini iktidarını sağlamlaştırmak için kullandığı yönündeki savı desteklemek amacıyla, otoriter eğilimlerine daha fazla kanıt sunmak faydalı olabilir. AKP’nin politikalarının AB entegrasyon sürecine uyumuna rağmen sivil haklarla ve demokrasiyle çeliştiği iddiasına önemli örneklerden birisi 2007 yılında başlatılan ve başarısız olan Alevi inisiyatifidir. Avrupa Birliği temsilcileri, hükümetin Alevi inisiyatifini şiddetle desteklediler. Ancak,  Alevi Federasyonu Başkanı Doğan Bermek’in de makalenin yazarına ifade ettiği gibi, AKP’nin gizli hedefleri nedeniyle başarıya ulaşmadı. Bir Alevi sendikası lideri olan Vicdan Baykara bunu şu şekilde açıklamıştı: ‘Hükümet, Alevi hareketini yok etmeye çabalıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, Aleviliğin bir biçimini tanırsa, Aleviliğin diğer yorumları bastırılacak ve yok edilecektir. Bir anlamda asimilasyon gerçekleşecektir. AKP, Aleviliği daha da küçültmek için metodlar kullanırken, tanınır gibi görünmesini sağlamayı amaçlamaktadır’.[5] Makalenin yazarının gerçekleştirdiği mülakatta bir Alevi sivil toplum lideri, AKP’nin sivil toplumu teslim almaya calıştığını, AKP’nin Alevi çalıştayı sürecinde tek bir çözüm getirmediğini, Alevi temsilcilerin tüm ortak taleplerine rağmen onları etkisiz hale getirmeye çalıştığını ifade etti.

Hükümetin eylemlerini gözlemleyen sivil toplum örgütlerinin varlığı, bu çerçevede daha çok göze çarpıyor. Önemli sivil toplum örgütü yöneticilerinin hükümete karşı nasıl konumlandıklarını araştırmak amacıyla, 31 yarı-yapılandırılmış mülakat gerçekleştirildi. Mülakat yapılan yöneticilerin çoğu, AKP’nin demokratikleşme söyleminin yüzeyselliği konusunda uzlaştılar. Hükümet/sivil toplum örgütleri ilişkilerinde baskı ve ayrımcılığın egemen olduğu vurgulandı. Meşru sayılmaları için, sivil toplum örgütlerinin ideolojik ve siyasi konumlarının AKP’nin siyasi tercihleriyle bağdaşması gerektiği belirtildi. Örnek vermek gerekirse, Memur Sendikaları Konfederasyonu’nun (Memur-Sen) AKP ile yakın ilişkileri bulunuyor. Memur-Sen on yıl kadar önce üç kamu çalışanları konfederasyonu arasında en küçüğüydü, ancak üyelik sayısını 2002 yılından 2012 yılına kadar 41 000’den 515, 000’e çıkardı.[6] Bülent Arınç’ın toplu sözleşmeyi sadece Memur-Sen’in hakettiği yönündeki açıklaması bu ayrımcılığın son örneğiydi.[7] DISK, TURK-İS gibi işçi sendikaları konfederasyonu ve KESK, KAMU-SEN gibi memur sendikaları konfederasyonu yöneticileri hükümet partisini kendi memur ve işçi sendikalarını oluşturmakla ve diğerlerini pasifleştirmeye çalışmakla suçluyorlar.

Bu bağlamda şu soruların yanıtı önem arz ediyor: AKP, Türkiye’nin AB’ye adaylık sürecini kullanarak otoriterisini sağlamlaştırdı mı? AB üyeliği söylemi AKP için hala gerekli mi? Siyaset, devingen bir süreçtir. Ülkedeki hegemonya mücadelesi hala devam ediyor. Türk seçmenlerinin yaklaşık yarısı, AKP dışındaki partilere oy veriyor.[8] Diğer yandan, AB Türkiye’deki müttefikini değiştirebilir ve muhalefet partisi CHP’yi daha etkin biçimde desteklemeye başlayabilir. İlişkilerde şu anda devam eden durgunluk nedeniyle, AKP’nin, AB üyelik sürecine ihtiyacı olmadığı söylenebilir. Ancak bu doğru değil. AKP, Türk siyasetindeki şu anda elde ettiği güce rağmen, AB adaylık sürecinin arkasına saklanmak isteyebilir ve gücünü meşrulaştırmak için gerekli olduğunda süreci kullanabilir.

Sonuç olarak, sivil toplumun suistimali, AB’ye üyelik sürecinde daha da arttı. AKP’nin, siyasi gücünü elde tutmak; yavaş ve daimi bir biçimde siyasi gündemini gerçekleştirmek için AB adaylık sürecini  en önemli araç olarak kullandığı yönündeki iddia, daha fazla araştırılmayı hak ediyor. Bu argümanın toplumsal gerçeklikten uzak olmadığı söylenebilir.

 Can Büyükbay, Zürih Üniversitesi Siyaset Bilimleri Fakültesi doktora ögrencisi 

Röportajı şu şekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

Büyükbay, Can (Temmuz, 2012), “Türkiye’de Sivil Toplumun Sınırlı Özerkliği ve AB Üyelik Sürecinin Suistimali”, Cilt I, Sayı 5, s.6-10, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (AnalizTürkiye), Londra: AnalizTürkiye(http://researchturkey.org/?p=1528&lang=tr)


[1] http://siyaset.milliyet.com.tr/tutuklu-vekil-olayi-kabul-edilemez/siyaset/siyasetdetay/29.05.2012/1546261/default.htm

[2] Keyman, F./ Öniş; Z. (2004): Helsinki, Copenhagen and beyond. Challenges to the New Europe and the Turkish State, In: Uğur, Mehmet; Canefe, Nergis (Eds.): Turkey and European Integration. Accession Prospects and issues, London: Routledge: 184.

[3]   Erdoğan, hükümetinin dindar bir nesil yetiştirmeyi amaçladığını ifade etmişti. Geçtiğimiz günlerde, Erdoğan kürtajın cinayet olduğunu belirtti ve sezaryenle doğuma karşı olduğunu vurguladı. Sezaryenle doğum konusunda, “Milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan olduğunu biliyoruz”; kürtaj konusunda: “Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum, her kürtaj bir Uludere’dir” dedi. Artık gençlik kamplarında, kızlar ve erkekler ayrı ayrı dönemlerde kamp çalışmalarına katılıyor.

[4]CHP Avrupa Birliği Brüksel Temsilciliği, Türkiye Haber Bülteni, 1 Şubat 2012. http://kadersevinc.blogactiv.eu/files/2012/02/TurkishNewsFolder-1-Feb2012.pdf

[5] http://www.hurriyetdailynews.com/default.aspx?pageid=438&n=vicdan-baykara-speaks-out-on-alevis-kurds-and-akp-initiatives-2010-10-27

[6] Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı; http://www.csgb.gov.tr

[7] http://www.memurlar.net/haber/211716/

[8] http://siyaset.milliyet.com.tr/bugun-secim-olsa-iste-son-anket/siyaset/siyasetdetay/11.05.2012/1539001/default.htm

Can Büyükbay
Can Büyükbay
Can Büyükbay | University of Zurich - Zürih Üniversitesi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...