Üye Ülkelerin AB Genişleme Politikasındaki Rolü: Doğuya Genişlemesi ve Türkiye’nin Katılım Süreci

Date:

Üye Ülkelerin AB Genişleme Politikasındaki Rolü: Doğuya Genişlemesi ve Türkiye’nin Katılım Süreci

Giriş

Avrupa Birliği (AB)’nin doğu genişlemesi [1] AB için, hem içerdiği ülke sayısı hem de AB’ye üye ülkelerle yeni üyeler arasındaki siyasi, sosyal ve ekonomik farklılıklar açısından en zorlayıcı genişleme olmuştur. AB tarihinde ilk kez Mayıs 2004’te sekizi Orta ve Doğu Avrupa ülkesi olmak üzere, Kıbrıs ve Malta ile birlikte on aday ülkeyi aynı anda kabul etmiştir. 1 Ocak 2007’de Bulgaristan ve RomanyaAB üyesi olmuş, onları 1 Temmuz 2013’te AB ile müzakerelere Türkiye ile aynı tarihte (3 Ekim 2005) başlayan Hırvatistan izlemiştir. Türkiye, AB müktesebatından henüz sadece bir başlığı geçici olarak kapatabilmiştir.

Üyelik için 1993’ten beri Kopenhag kriterlerinin gerçekleştirilmesi ön şart olmasına rağmen, genişleme için öncelikli itici güç bu değildir. AB’nin genişleme politikalarında faydacı rasyonel faktörler ve kimlik politikaları çok daha etkilidir (Sjursen, 2002: 508).

Türkiye 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden ayrıştırılınca, o dönemki Türk hükümeti sert bir tepki vererek AB ile siyasi ilişkileri askıya aldı. 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde AB’nin Türkiye’ye resmi adaylık statüsü vermesiyle birlikte, bazı politika alanlarında Avrupalılaşma süreci hızlandı, özellikle insan hakları ve azınlık hakları alanında önemli reformlar yapıldı. Ancak, Türkiye’nin Avrupalılığı halen bazı AB siyasi figürleri tarafından sorgulanmaktadır (Müftüler Baç ve McLaren, 2003: 18). Özellikle Almanya ve Fransa’da Türkiye’ye tam üyelik yerine ‘ayrıcalıklı ortaklık’ verilmesiyle ilgili tartışmalar AB’nin Türkiye’ye karşı açıklığı ve adilliği konusunda şüphelerin artmasına, bu da Türkiye’de ‘Avrupa şüpheciliği’nin yükselişine yol açtı.

Schimmelfennig and Sedelmeier (2002: 504)’in belirttiği gibi, AB genişlemesi, aday ülkelerin AB’ye yönelik politikaları, AB’nin genişleme politikaları ve üye ülkelerin genişlemeye yönelik politikaları gibi farklı açılardan incelenebilir. AB’nin doğu genişlemesine yönelik politikaları, Türkiye’nin katılım sürecine yönelik politikalarından farklıdır. Bu makalede, rasyonel ve konstraktivist (inşaacı) yaklaşımlara dayanarak, AB’nin özellikle de Avrupa entegrasyon sürecinin temel aktörleri olan Almanya ve Fransa’nın, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerininin üyeliğine ve Türkiye’nin katılım sürecine yönelik politikaları karşılaştırılmaya çalışılacaktır.

AB’nin Genişleme Politikası: Teorik Çerçeve

Uluslararası ilişkilerde temel akademik tartışma, rasyonel ve konstraktivist teorisyenler arasında uluslararası kurumların nasıl analiz edileceği konusundadır. Bu farklı teorik çerçeveler farklı hareket mantığına dayanmaktadır: rayonel ‘sonuç mantığı’ ve konstraktivist ‘uygunluk mantığı’. Genişlemenin rasyonel açıklamasının iki boyutu vardır: ilk olarak, aday ve üye ülke genişleme tercihleri; ikinci olarak, makro düzeyde organizasyonel genişleme kararları (Schimmelfennig ve Sedelmeier, 2002: 508-512).

Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye üye olma isteği hem rasyonel hem de konstraktivist açılardan açıklanabilir. Konstraktivist açıdan, bu ülkelerin AB’ye üye olma isteği ‘Avrupa ailesi’nin parçası olarak sayılabilmek için ‘Avrupa’ya dönmeyi’ istemeleriyle açıklanabilir. Rasyonel açıdan, bu ülkeler, pazara girişten yararlanabilmek, daha fazla doğrudan yabancı yatırım çekebilmek ve AB’nin karar alma mekanizmalarının parçası olabilmek için AB’ye üye olmak istemektedirler (Schimmelfennig ve Sedelmeier, 2002: 519-520).

Rasyonel açıdan, üye ülkelerin çıkarları AB genişleme politikaları için çok önemlidir. Müftüler Baç ve McLaren’in belirttiği gibi ‘müşterileri olan üye ülkeler bu müşterilerin gelmesini isterler’.  Örneğin, Almanya Polonya’yı müşterisi olarak almıştır (Müftüler Baç ve McLaren, 2003: 20-21), diğer yandan, Türkiye hiçbir üye ülkeyle ‘patron-müşteri ilişkisi’ geliştirememiştir (Mühlenhoff, 2009: 16). Üye ve aday ülkelerin genişleme tercihleri genişlemeden beklenen maliyetler ve faydalardan etkilenmektedir. Genişlemeden net kayıplar bekleyen üye ülkeler, eğer pazarlık güçleri kazançlı çıkacaklardan tazminat alabilecek kadar güçlüyse genişlemeyi engellemeyebilirler (Schimmelfennig ve Sedelmeier, 2002: 508-512). Öyleyse, genişleme eğer kaybedenler yan ödemelerle tazmin edilebilecekse, kazananlar tarafından bazı tavizler verilecekse ve genişlemeden kazananların maliyetleri faydalarından azsa  mümkündür. Kaybedenler  eğer kazananlar onları dışlamakla tehdit ederse ve kaybeden için dışlanmanın maliyeti, genişlemenin maliyetinden daha fazlaysa genişlemeye karşı çıkmayabilirler (Schimmelfennig, 2001: 54).

Rasyonel yaklaşımlar AB’nin genişleme sürecinin Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle Avrupa anlaşmaları imzalanana kadar olan kısmını açıklayabilirken, neden sürecin devam edebildiğini ve üyelikle sonuçlanabildiğini açıklayamamaktadır (Sedelmeier, 2001: 20). Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle ortaklık bir yandan potansiyel kazançlıların bu ülkelerle ekonomik ilişkilerini yoğunlaştırabilmesini sağlayacak, diğer yandan potansiyel kaybedenleri bütçe rekabeti maliyetlerinden koruyacaktır. Ayrıca ortaklık, AB’nin özellikle rekabete karşı hassas sektörleri koruyabilmesini sağlamaktadır. Yani AB’nin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine karşı genişleme politikası sadece rasyonel temelde açıklanamaz. Konstraktivist yaklaşımın da desteğine ihtiyaç vardır. Buna gore AB, liberal Avrupa devletler topluluğunu temsil etmektedir ve Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle müzakereye başlama kararı alması kendi liberal değerlerini ve normlarını paylaşan ülkeleri içine alma isteğiyle açıklanabilir  (Schimmelfennig, 2001: 47-56). Konstraktivist yaklaşıma gore, AB genişleme politikası, en etkililerinden biri üye ve aday ülkelerin ortak bir kimlik ve değerlere sahip olup olmadığı olmak üzere, kültür ve değerlere dayalı faktörlere dayanmaktadır. Avrupa Komisyonu gibi AB’nin supranasyonel kurumları kurumsal normların etkisinde tercihlere sahip olabilirken, üye ülke hükümetleri ulusal ve Avrupa kimliklerinden etkilenebilmektedir (Schimmelfennig ve Sedelmeier, 2002: 513-515).

Aktörler çıkarlarını meşruiyet temelinde savunup benzer şekilde davranmayanları kınayabilirler. Schimmelfennig (2001: 48-73) ‘norm-temelli argümanların stratejik kullanımı’ anlamına gelen ‘retorik faaliyet’ kavramını kullanmıştır. AB üye ülkeleri Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine genişlemeye açıkça karşı çıkamaz veya engelleyemezler. Diğer bir deyişle, genişlemeyi destekleyenlerin veya ‘iticilerin’ ‘retorik faaliyeti’, ‘frenleyiciler’in muhalefetini değiştirememesine rağmen, onları ‘retorik açıdan sınırlandırarak’ açıkça genişlemeye karşı çıkmalarını önlerler. Konstraktivist açıdan bakıldığında, genişlemeden çıkarı olan aktörler normatif argümanlar kullanarak Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin üyeliğine daha şüpheyle bakan ülkeleri ikna etmeye çalışırlar.

AB Üyesi Ülkelerin Doğu Genişlemesine Yönelik Politikaları

Komisyon ve Avrupa Parlamentosu dahil olmasına rağmen, genişleme süreci temel olarak hükümetler arasıdır, tüm üye ülkeler kendi ulusal çıkarlarını korumaya çalışırlar. Her üye ülke bir aday ülkeyle müzakerelerin başlamasını, her başlığın açılmasını, kapanmasını ve müzakerelerin kapanmasını veto edebilir (İçener, vd., 2010: 211).

Üye ülkelerin tercihleri birincil olarak rasyonel, ikinci olarak da konstraktivist yaklaşımlarla açıklanabilir. Doğu genişlemesinin temel hedefleri Orta ve Doğu Avrupa’nın istikrarının sağlanması ve Soğuk Savaş sonrası dönemde barış ve refah bölgesini genişletmektir. Üye ülkelerin faydacı hassasiyetleri yanında, kültür ve kimlik açısından benzerlikler de üye ülkelerin tercihlerini etkilemektedir. Coğrafi yakınlık ticaret ve yatırım aracılığıyla ekonomik fırsatlar yaratmakta, iletişim ve ulaşım maliyetlerinde düşüşlere yol açmaktadır. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomilerine dahil olan ülkeler onların üyeliğinden en fazla kazanç sağlayacakları için, bu ülkelerin üyeliklerini en fazla bu ülkeler desteklemiştir. Schimmelfennig (2001: 50-52)’in belirttiği gibi üye ülkelerin genişleme tercihleri coğrafi konumlarından etkilenmektedir, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle sınırı olan ülkeler genişlemenin ‘itici’ unsurları olmuşlardır. Sjursen (2002: 497)’in da ifade ettiği gibi doğuya doğru genişlemenin ekonomik maliyetleri getirilerinden kısa ve orta vadede daha fazla olacaktır. Doğu genişlemesinden en kazançlı çıkacak üye ülkeler, AB bütçesine net katkıda bulunan ülkelerken, bütçeden faydalananlar ise bu genişlemeden çok az kazanabilecekti.

Bir aday ülkenin üyelik perspektifi eğer üye ülkelerle güçlü bir ittifakı varsa çok daha güçlüdür, eğer bu ittifak Almanya ve Fransa gibi güçlü üye ülkeleri de içermekteyse veya o aday ülkenin üyeliğine muhalifler yoksa üyelik perspektifi çok daha güçlüdür (İçener, vd., 2010: 213). Öniş (2004: 508-509)’in ifade ettiği gibi güçlü bir üye ülkenin veya bazı güçlü üye ülkelerin aday ülkenin katılımını desteklemesinin önemli bir etkisi vardır. Almanya ve Fransa ‘Avrupa entegrasyonunun motorudur’, yani entegrasyonun itici gücüdürler. AB’de en yüksek nüfusa sahip ülkelerdir, Almanya AB bütçesine en fazla katkıda bulunan ülkedir (Mühlenhoff, 2009: 1). Almanya doğu genişlemesinde önemli bir rol oynamıştır. İngiltere ve İspanya Türkiye’nin üyeliğini desteklemesine rağmen, AB içinde Fransa ve Almanya’nın sahip olduğu siyasi ve ekonomik nüfuza sahip değildirler.

Schimmelfennig (2001: 54)’in belirttiği gibi doğu genişlemesinin itici unsurları AB’nin bu genişleme konusunda erken ve sıkıca anlaşmaya varmasını sağlayan Almanya, İngiltere ve Danimarka’dır. Bu ülkeler AB’nin bu sürece hazırlanışında birincil aktörlerdir. Almanya, ekonomi ve güvenlik nedenleriyle yakın komşuları Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’ne doğru erken genişlemeyi desteklemiştir. En temel güvenlik nedeni, Almanya’nın yeniden birleşmesi sonrası  komşularında istikrarsızlığı istememesiydi. En temel ekonomik neden ise, Almanya ile Orta Avrupa’daki komşuları arasındaki geleneksel ekonomik bağlantılardı. Diğer yandan, Fransa’nın Orta Avrupa ülkeleriyle kara sınırı yoktu ve bu ülkelerle daha az ekonomik ilişkisi vardı. Sonuçta, Fransa ve Akdeniz’deki diğer üye ülkeler  doğu genişlemesi konusunda AB içindeki nüfuzlarını azaltabileceği ve AB’nin çekim merkezinin Almanya’ya doğru kayabileceği düşüncesiyle şüpheyle yaklaşıyorlardı (Bache, vd., 2011: 543). Bazı üye ülkelerse genişleme yanlısı ülkelerden yan ödemeler kazanabilmek için genişleme konusunda daha az destekleyici görünebiliyorlardı (I. Barnes ve P. Barnes, 2010: 422). İtalya, doğuya doğru genişlemenin AB’nin ilgisini özellikle fonlar açısından doğuya doğru kaydıracağını ve Akdeniz’den uzaklaştıracağını düşünerek şüheyle yaklaşıyordu. Benelüks ülkeleri daha nötr yaklaşıyorlardı çünkü bu süreçten kaybedecek veya kazanacak fazla şeyleri yoktu. Yunanistan, Kıbrıs’ın üyeliğinin kabulüne odaklanmıştı (Schimmelfennig, 2001: 53); diğer üye ülkeleri eğer Kıbrıs genişlemeye dahil edilmezse tüm genişlemeyi veto etmekle tehdit ediyordu. Kıbrıslı Rumlar BM insiyatifiyle Kıbrıs sorununu çözmek amacıyla hazırlanan Annan Planı’nı reddetmelerine, yani AB’ye üye olmadan önce Kıbrıs sorunu çözülememiş olmasına rağmen, Kıbrıs 2004’teki doğu genişlemesine dahil edilmiştir.

İngiltere’nin doğu genişlemesini desteklemesi AB’nin daha hükümetler arası bir yapıya sahip olması isteğinden etkilenmektedir (Sjursen, 2002: 498). AB üyesi olan Fransa, Yunanistan ve İtalya gibi güney ülkeleri Bulgaristan ve Romanya’nın katılımını desteklemiştir (Schimmelfennig, 2001: 51), NATO’nun Kosova operasyonuna desteklerine bir ödül olarak da bu ülkelerin üyeliklerini desteklemişlerdir (Bache, vd., 2011: 546). Fransa, Romanya’nın en önemli destekçisidir çünkü Orta Avrupa’nın AB içinde artan etkisini dengeleyecek ve Almanya’nın artan siyasi gücünün kontrolünü sağlamak için bir müttefike ihtiyacı vardır. Bu nedenle, ekonomik az gelişmişliğine ve demokratik açıdan eksikliklerine rağmen, Romanya 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde aday ülkeler arasına dahil edilmiştir (Müftüler Baç ve McLaren, 2003: 22). Kuzey Avrupa ülkeleri Baltık ülkelerinin genişlemeye dahil olmasını öncelikle aralarındaki coğrafi ve tarihi bağlar, ayrıca ekonomik nedenlerle desteklemiştir (Bache, vd., 2011: 545).

AB’nin doğu genişlemesi, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle tarım ve tekstil gibi aynı ekonomik alanlarda uzmanlaşmış az gelişmiş üyeler için çok yüksek maliyetler getirmiştir. Ekonomik olarak Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri AB üyeliğinden net kazançlı olacaklardı. Doğu genişlemesi, AB bütçesinin temel unsurları olan Ortak Tarım Politikası ve yapısal politikaları etkilemiştir. Bu nedenle, genişleme, AB bütçesinin kazançlıları olan Yunanistan, İrlanda, İspanya ve Portekiz gibi ülkeler için çok önemli maliyetler getirecektir (Schimmelfennig, 2001: 52-56). Ancak bu ülkeler genişlemeyi veto etmemiştir. Bu da göstermektedir ki, Fransa ve Almanya gibi AB’nin en etkili ülkeleri bir ülkenin katılımından yana olduğu sürece, genellikle diğer üye ülkeleri yeni üyelerin katılımı konusunda ikna edebilmektedirler.

AB Üyesi Ülkelerin Türkiye’nin Üyeliğine Yönelik Politikaları

AB, Türkiye’yi 1987’deki tam üyelik başvurusundan itibaren üyeliğe ehil kabul etmiştir. Ancak, Diez (2010)’in belirttiği gibi, AB’nin Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle yeniden birleşmesi taahhüdü üyelik için taahhüt anlamına gelirken, Türkiye için üyeliğe söz vermek yerine, üyeliği müzakere etme taahhüdünde bulunmuştur.[2]

Türkiye’nin entegrasyonundaki en önemli zorluklar ‘çok büyük, çok fakir, çok kalabalık ve çok farklı’ (Tsoukalis, 2006; aktaran İçener, vd., 2010: 215) olmasıdır. Avrupa Konseyi tarafından Ekim 2005’te kabul edilen AB-Türkiye Müzakere Çerçeve Belgesi’ne göre, Kopenhag Avrupa Konseyi’nin sonuç kısmında da belirtildiği gibi ‘hem Birliğin hem de Türkiye’nin genel çıkarları açısından, Avrupa entegrasyonunun hızının korunurken, Birliğin Türkiye’yi absorbe etme kapasitesi göz önüne alınan önemli unsurlardır’ (3.madde, 2005). Ayrıca Türkiye ile katılım müzakereleri ‘sonucu garanti edilemeyen, açık uçlu bir süreçtir’ (2.madde, 2005). Şu noktaları da eklemiştir ‘uzun geçiş dönemleri, özel düzenlemeler veya koruma amaçlı kalıcı olarak kullanılabilen kalıcı koruma önlemleri göz önüne alınabilir. Komisyon, uygun görmesi durumunda, insanların serbest dolaşımı, yapısal politikalar ve tarım alanlarındaki tekliflerinde kalıcı kısıtlamaları göz önüne alır’ (12. madde, 2005).

Avrupa İstikrar İnsiyatifi raporu (2010: 1) Türkiye-AB ilişkilerini ucu açık katılım sürecine dayanan ‘özel bir bir ilişki’ olarak tanımlamıştır. Katılım kriterlerinden biri olmamasına rağmen, Kıbrıs sorunu Türkiye’nin üyeliğindeki en önemli zorluklardandır. Temmuz 2005’te Türkiye, AB ile arasındaki Gümrük Birliği’ni Kıbrıs da dahil olmak üzere, yeni üye ülkelere genişleten Ankara Antlaşması’nın Ek Protokolü’nü imzalamıştır. Ancak, AB, Kıbrıs Türk tarafına 2004’te adayı yeniden birleştirmeyi amaçlayan Annan Planı’nı kabul etmesinden sonra verdiği sözleri tutmadığı için, Türkiye hava ve deniz limanlarını Kıbrıslı Rumlara açmamıştır. Haziran 2006’da AB’nin genişlemeden sorumlu eski komiseri Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye ile bir ‘tren kazası’ olabileceği konusunda uyarmıştır. Türkiye ve AB arasındaki müzakerelerde sadece bir başlık (Bilim ve Araştırma) geçici olarak kapatılmıştır. Buna ek olarak, Türkiye, Ek Protokol’ü onaylamadığı için, AB Konseyi Aralık 2006’da sekiz başlığın açılmasını askıya almış ve Türkiye, Ek Protokol’ü tam olarak uygulayana kadar hiçbir başlık geçici olarak kapatılamayacaktır. Daha sonra, Fransa ek dört başlığı daha bloke etmiştir çünkü Fransa eski Cumhurbaşkanı Sarkozy Türkiye’nin tam üyeliğine karşıydı. Aralık 2009’da Kıbrıs altı başlığı daha bloke etti (European Stability Initiative, 2010: 5-9). Diez (2010: 168-171), eğer iki taraf da ‘üyeliğin başarılamayacağı’ konusunda anlaşabilirse, Türkiye ve AB arasında alternatif ilişki modellerinin tartışılabileceğini belirtmiştir. Ayrıca Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye ile üyelik müzakerelerinin tıkanmasının Türkiye’ye haksızlık olduğunu, çünkü adanın Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs sorununun çözülmesi beklenmeden AB üyesi olarak kabul edildiğini vurgulamıştır.

Türkiye’nin üyeliğini destekleyenler genellikle stratejik ve faydacı açılardan üyeliğinin gerekliliğini ve önemini vurgulamaktadırlar. Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa’nın enerji güvenliğine, terörizmle mücadele, savunma yetenekleri ve NATO ile işbirliği açılarından olumlu etkilerini belirtmektedirler. Özellikle 11 Eylül’den sonra, Türkiye’nin katılımını Orta Doğu’daki potansiyel nüfuzu ve Batı ve İslam dünyası arasındaki ‘köprü’ pozisyonu nedeniyle desteklemişlerdir. Diğer yandan, Türkiye’nin AB üyeliğine bazı karşı olanlar da güvenlikle ilgili unsurları, Türkiye’nin AB üyesi olması durumunda, AB’nin İran, Irak ve Suriye gibi yeni komşularından dolayı ortaya çıkabilecek riskleri vurgulayarak negatif bir faktör olarak belirtmektedirler (İçener, vd., 2010: 212).

Bazı üye ülkelerdeki, özellikle de daha güçlü olanlardaki hükümet değişiklikleri ve diğer iç siyasi gelişmelerin Türkiye’nin üyeliğine yönelik politikalar üzerinde önemli etkileri vardır. Örneğin 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığına direnç gösteren Yunanistan, 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde buna karşı çıkmamıştır. Bu değişimin arkasında Yunanistan’ın Eurozone’a katılabilmesi için bütçesinde özellikle de savunma harcamalarında kesintilere gitmesi gerekliliği gibi bazı nedenler vardır. Türkiye Yunanistan’ın savunma harcamalarında öncelikli yere sahip olduğu için, Türkiye ile yakınlaşma, Yunanistan’da savunma harcamalarının azalmasını sağlayabilecektir (Müftüler Baç ve McLaren, 2003: 23). Aralarındaki yakınlaşma her iki ülkedeki depremlerin ardından verilen karşılıklı desteklerle de hızlanmıştır.

Üye ülkelerin aday ülkelere yönelik politikalarını etkileyen faktörlerden biri de ‘Avrupanın geleceği’ ile ilgili farklı vizyonlardır. Örneğin, İngilizler AB’yi öncelikli olarak tek pazar olarak görmekte, dış politika ve güvenlik politikası gibi bazı politika alanlarında işbirliğini de desteklemektedirler. Yani, Türkiye’nin üyeliği, İngiltere’nin AB vizyonu için bir zorluk olarak görülmemektedir. Buna karşın, Almanya ve Fransa’da, Avrupa’nın geleceğine dair vizyonlar farklı siyasi görüşlere gore değişmektedir. Hristiyan Demokratlar; Sosyalistler, Yeşiller ve Liberallere gore Türkiye’nin üyeliğine daha şüpheyle bakmaktadırlar. Çünkü Avrupa kimliğine ve AB’nin derinleşmesine bir tehdit olarak görmektedirler (Bache, vd., 2011: 547-548).

Almanya’nın ilk Şansölyesi Hristiyan Demokrat Konrad Adenauer Türkiye’nin Avrupa Topluluğu (AT) üyeliğini desteklemiştir. Hristiyan Demokrat Parti üyesi Komisyon Başkanı Walter Hallstein, Türkiye’nin Avrupanın bir parçası olduğunu söylemiştir, Alman eski Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel ise 1995’te Türkiye ile Gümrük Birliği antlaşmasının imzalanmasını desteklemiştir (Mühlenhoff, 2009: 16). Hristiyan Demokrat Helmut Kohl liderliğindeki Almanya, Türkiye’nin adaylığına karşı çıkarken, Helsinki Zirvesi’nde Almanya’da Sosyal Demokrat-Yeşiller koalisyonu varken ve Gerhard Schröder Şansölye iken Almanya’nın pozisyonu değişmiştir. 1999’da Türkiye’nin resmi adaylık statüsü kazanmasında Almanya önemli bir rol oynamıştır (Müftüler Baç ve McLaren, 2003: 20-23).

Ekim 2009’dan itibaren Şansölye Merkel liderliğinde, Liberaller (FDP) ve Hristiyan Sosyal Birliği (CSU) ile koalisyon halinde olan Hristiyan Demokratlar (CDU) iktidardadır. CDU’nun parti programına göre Türkiye’nin üye olabilmesi için Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi gerekir ancak AB’nin ‘hazmetme kapasitesi’[3] de göz önüne alınmalıdır. Programda ayrıca CDU’nun ‘ayrıcalıklı ortaklık’tan yana olduğu da belirtilmektedir (2007:101 aktaran Mühlenhoff, 2009: 4). Ancak, Almanya ‘ahde vefa’ ilkesine göre hareket etmiş, bu nedenle Merkel, Fransa’dan farklı olarak Türkiye ve AB arasındaki müzakereleri bloke etmemiştir. Liberal Parti (FDP), Türkiye’nin katılımından ortaya çıkacak potansiyel ekonomik çıkarları vurgulamaktadır, CDU ve CSU’dan daha pozitif, Sosyal Demokrat Parti (SPD)’den daha az destekleyicidir. Koalisyon anlaşmasına göre ‘Türkiye ve AB arasındaki müzakere süreci açık-uçlu olmalıdır’ (aktaran Mühlenhoff, 2009: 1-5). Tüm müzakereler açık-uçlu olmasına rağmen, koalisyon anlaşmasında bunun vurgulanması, Türkiye’nin üyelik perspektifiyle ilgili şüpheleri yansıtmaktadır (Mühlenhoff, 2009: 3). Almanya’da Eylül 2013’teki seçimlerde, Merkel seçimleri yeniden kazandı ve SPD veya Yeşillerle bir koalisyon hükümeti kurmak için müzakerelere devam ediyor. Yani, Almanya’nın Türkiye’nin AB’ye üyeliğiyle ilgili politikalarında önemli değişimler olmayacak gibi görünüyor.

Fransa’da Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili bakış açıları değişmektedir. 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Hristiyan Demokrat Parti (UMP)’nin lideri Nicolas Sarkozy seçilmiştir. Türkiye’nin üyeliğine karşı olduğunu daha once ‘Testimony’ (‘Tanıklık’) [4] adlı kitabında şöyle belirtmiştir: ‘Türkiye’nin AB’ye girişine karşıyım. Stratejik beklentileri tamamıyla anlayabiliyorum. Ancak, bu beklentiler stratejik işbirliği anlaşmasıyla da karşılanabilir…topraklarının %98’i Avrupa kıtasının dışında yer alan, gelecek 20 yıl içinde Birliğin en fazla nüfuslu ülkesi olacak olan ve kültürü İslam’ın bazı temel yanlarını AB’ye taşıyacak olan bir ülkenin katılımı, AB içinde tamemen bir dönüşüme yol açacak, böylece de AB’nin kurucu babalarının orjinal fikrinin zayıflamasına…bu da sonuç olarak kaosa yol açacaktır…’ (aktaran Lagro, 2008: 72). 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye’nin üyeliğine göreceli olarak daha olumlu bakan Sosyalist Partili François Hollande seçildi. Bunun Türkiye’nin üyelik sürecine olumlu yansımaları olabilir, ancak Fransa henüz başlıklar üzerindeki blokajını kaldırmamıştır.

Türkiye’nin üyeliğine karşıt ülkeler arasında Hollanda, Lüksemburg ve Danimarka’da da vardır (Lagro, 2008: 77), buna karşılık üyeliğini destekleyen ülkeler arasında, İngiltere ve Türkiye’nin üyeliğinin Akdeniz’in diğer bölgelere göre göreceli pozisyonunu güçlendireceğine inanan İspanya, İtalya ve Portekiz yer almaktadır. İsveç, Finlandiya ve İrlanda da siyasi ve stratejik nedenlerle ve AB’nin eğer uluslararası kredibilitesini koruyacaksa daha önce verdiği sözleri tutması gerektiğine inanarak Türkiye’nin üyeliğini desteklemektedir, bu görüş Belçika, Macaristan, Slovakya ve Slovenya tarafından da paylaşılmaktadır. Üç Baltık ülkesi ve Polonya da Türkiye’nin üyeliğini, Rusya’ya karşı korunmak için çevrelerindeki diğer komşu ülkelerin katılımlarından çıkarları olduğu için genel olarak daha fazla genişlemeyi desteklemektedirler (Kramer, 2006: 4-5; aktaran Öner, 2011: 393).

Kopenhag Okulu’nun konstraktivist açıklamasına göre, bir konunun bazı şeylerin varlığını sürdürebilmesi için bir tehdit olarak inşa edilmesi, bunun için bir güvenlik aktörü tarafından bir ‘konuşma faaliyeti’nin güvenlik konusu haline getirilmesi, buna ek olarak bu konunun tehdit olarak algılanması için o konunun tehdit olarak inşa edilmesini kabul edecek belli bir izleyici gerekmektedir (Buzan, vd., 1998: 23). Kopenhag Okulu’nun konstraktivist açıklamasına dayanarak Macmillan, Türkiye’nin üyeliğinin Fransız ve Alman sağ kanadı tarafından ‘konuşma faaliyetleri’ aracılığıyla güvenlik konusu haline getirildiğini ileri sürmüştür. Fransa ve Almanya’daki Hristiyan Demokrat liderler, Türkiye’nin üyeliğini Avrupa toplumunun tamamını kastederek sosyal güvenliğe tehdit olarak inşa etmişlerdir. AB üye ülkelerindeki kamuoyları da Türkiye’nin üyeliğine oldukça şüpheyle bakmaktadır, bu da siyasi aktörler tarafından bu konunun güvenlik konusu haline getirilmesi için bir izleyici kitle olduğunu da göstermektedir. Bu nedenle Fransa ve Almanya’daki Hristiyan Demokrat liderler Türkiye için ‘ayrıcalıklı ortaklık’ı önerebilmişlerdir. Bu öneri, bir konunun güvenlik konusu haline getirilebilmesi için gereken ‘ekstra adımlara’ örnek olarak gösterilebilir. Yani bazı üye ülkelerdeki siyasiler tarafından Türkiye’nin üyeliğini normal siyaset konusu olmaktan çıkararak güvenlik konusu haline getirmek için çabalar bulunmaktadır (Macmillan, 2010: 447-458). Türkiye’nin üyeliğinin ‘konuşma faaliyeti’ aracılığıyla güvenlik konusu haline getirilebilmesi için, Fransız eski cumhurbaşkanı ve Anayasal Antlaşma’yı hazırlayan Avrupa Konvansiyonu başkanı Valery Giscard d’Estaing’in bir açıklaması örnek verilebilir. Le Monde’da kendisiyle yapılan bir mülakatta şöyle demiştir: ‘Türkiye’nin başkenti Avrupa’da değildir, nüfusunun %95’i Avrupa dışında yaşamaktadır, bir Avrupa ülkesi değildir’. Ona göre Türkiye’nin katılımı ‘Avrupanın sonu olacaktır’ (Le Monde, 2002). Türkiye’nin katılımının güvenlik konusu haline getirilmesi üye ülkelerdeki kamuoylarının bakış açılarını olumsuz etkilemiştir. 

Sonuç

Bu analiz göstermektedir ki AB’nin doğu genişlemesine yönelik politikalarıyla Türkiye’nin katılımına yönelik politikaları arasındaki farkları anlamak için rasyonel açıklamalar yetersiz kalmaktadır. İlk olarak AB, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Soğuk Savaş sonrası dönemde demokratikleşmeleri ve ekonomik gelişmelerini destekleme konusunda sorumluluk hissetmiştir (Sedelmeier, 2001: 16-17). Sjursen (2002: 506-508)’in ifade ettiği gibi, Doğu ve Batı Avrupa arasındaki suni sınırlar temelinde Doğu Avrupa ‘kaçırılmış Batı’ olarak kabul edilir. Bu nedenle AB’nin doğu genişlemesine olan desteği ‘akrabalık temelli görev’ duygusunu destekleyen faktörlerden biridir. İkinci olarak, AB’nin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine yönelik politikası sadece AB aktörlerinin çıkarlarıyla ilgili değildir. AB’nin kimliğiyle de ilgilidir (Sedelmeier, 2001: 18-19). AB, Soğuk Savaş sonrası dönemde Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle ortak kültürel mirasını ve ortak ‘Avrupa ailesi’ne ait olduklarını vurgulamıştır (Sjursen, 2002: 491-513), buna karşın Türkiye’nin bu aile içindeki yeri sorgulanmıştır.

Türkiye, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine kıyasla AB’den daha az maddi destek almıştır, AB elitlerinden üyelik perspektifiyle ilgili gelen tutarsız sinyaller de Türkiye’deki Avrupa-şüphecilerini güçlendirmiştir. Bu da ülkedeki reformcu unsurların çabalarını zora sokmuştur (Öniş, 2004: 485-495).

Pek çok Türkiye vatandaşı için AB’nin ayrımcılığının en açık göstergesi, Avrupa’da vizesiz dolaşımın 1990’ların başında ülkelerinin AB’ye katılımından önce vizesiz seyahat hakkını kazanan Doğu Avrupalılar’dan farklı olarak Türk pasaportu taşıyanlar için olmamasıdır (Bulgarlar Nisan 2001’den ve Romanyalılar Ocak 2002’den itibaren) (Çakır, 2010: 38). Batı Balkan ülkelerinin vatandaşları da 2009’dan itibaren vizesiz seyahat hakkından faydalanmaktadırlar. Türkiye için vize liberalizasyonu Türk vatandaşlarına AB’nin Türkiye’nin tam üyeliğiyle ilgili taahhüdünü koruduğunun işareti olacaktır (European Stability Initiative, 2010: 1).

Sonuç olarak, hem rasyonel hem de konstraktivist faktörler AB’nin genişleme politikasını etkilemektedir (Schimmelfennig ve Sedelmeier, 2002: 524). Schimmelfennig (2001: 76)’in belirttiği gibi rasyonel bakış açısı aktörlerin çoğu tercihini açıklayabilmesine rağmen, onların genişleme kararlarını açıklayamamaktadır. Bu nedenle, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle ortaklık rasyonel unsurlarla açıklanabilirken, yakın bir zamanda demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi sistemine geçmiş olmalarına rağmen, göreceli olarak kısa bir dönem içinde katılımları, konstraktivist unsurlarla açıklanabilir. Türkiye’nin üyeliğini destekleyenler genellikle jeostratejik önemi gibi rasyonel argümanları vurgularlar. Diğer yandan, üyeliğine karşı olanlar ise kültür ve kimlik açısından farklılıkları vurgularlar, bu da konstraktivist açıdan açıklanabilir. Üye ülkelerin genişleme politikaları AB’nin genişleme politikalarını etkilemektedir. Özellikle Fransa ve Almanya’nın politikaları önemli rol oynamaktadır. Ancak Almanya’da hükümetlerin, Fransa’da ise cumhurbaşkanının değişimine göre bu politikalar belli ölçüde değişebilmektedir. Kamuoyları da üye ülkelerin farklı aday ülkelere yönelik politikalarını etkileyerek genişleme sürecini etkilemektedir. Rasyonel açıdan, Türkiye ile müzakere süreci devam etmektedir, çünkü her iki taraf da bir diğerini ekonomik, jeopolitik faktörler ve güvenlik gibi karşılıklı çıkarlar nedeniyle kaybetmek istememektedir. Bu ayrıca AB’nin taahhütleri ve ‘ahde vefa’ ilkesine de uygundur. Ancak, yavaş ilerleyen müzakere sürecini açıklayabilmek için Türkiye ve AB’nin kültürleri ve kimliklerinin uyumsuzluğu konusundaki şüpheler nedeniyle konstraktivist bakış açısına da ihtiyaç vardır. Bu sürecin nihai sonucu üye ülkelerin, özellikle de Almanya ve Fransa’nın çıkarlarına ve siyasi istekliliğine, ayrıca Türkiye’deki siyasi ve ekonomik istikrara ve reform sürecinin hızına, son olarak da, AB’nin kendi iç sorunlarını özellikle de ekonomik krizi aşabilmesine ve değişen uluslararası şartlara bağlıdır.

Selcen Öner, Yrd. Doç.Dr. , AB İlişkileri Bölümü, Bahçeşehir Üniversitesi

Makaleyi şu şekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

Öner, Selcen (Ekim, 2013), “Üye Ülkelerin AB Genişleme Politikasındaki Rolü: Doğuya Genişlemesi ve Türkiye’nin Katılım Süreci”, Cilt II, Sayı 8, s.63-71, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (AnalizTürkiye), Londra: Analiz Türkiye (http://researchturkey.org/?p=4331&lang=tr)

Notlar

[1] 2004 ve 2007’deki genişlemeler genel olarak ‘Doğu genişlemesi’ olarak anılmaktadır.

[2] Ankara Antlaşması’nın 28.maddesine göre ‘bu Antlaşmanın uygulaması Topluluğu kuran bu Antlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerin Türkiye tarafından kabulüne kadar ilerlerse, taraflar Türkiye’nin Topluluğa katılımı ihtimalini değerlendirir’ (1963).

[3] 1993’teki Kopenhag Zirvesi’nde ‘hazmetme kapasitesi’ kavramı ilk olarak kullanılmıştır, şöyle denmiştir: ‘AB’nin yeni üyeleri hazmetme kapasitesi, aynı zamanda Avrupa entegrasyon hızının korunması da hem AB hem de aday ülkelerin genel çıkarları açısından önemli bir unsurdur’ (AB Konseyi, 1993, 7 A maddesi, iii).

[4] Daha fazla bilgi için bkz. Nicolas, Sarkozy, Testimony: France, Europe and the World in the 21st Century, Hampshire: Harriman House Publishing, 2007.

Referanslar

Bache, Ian; Stephen George ve Simon Bulmer, Politics in the EU, New York: Oxford University Press, 2011.

Barnes, Ian ve Pamela Barnes, ‘Enlargement’,  Michelle Cini, Nieves Perez-Solorzano Borragan (Ed.) , European Union Politics, 3. Baskı, New York: OxfordUniversity Press, 2010.

Buzan, Barry, vd., Security: A New Framework for Analysis, Boulder, CO: Lynne Rienner Pub., 1998.

Çakır, Armağan Emre, “Political Dimension : Always in the List of ‘Also-Rans’: Turkey’s Rivals in EU-Turkey Relations”, Armağan Emre Çakır (Ed.) Fifty Years of EU-Turkey Relations: A Sisyphean Story, New York: Routledge, 2010.

d’Estaing, Valery Giscard, Le Monde, 8 Kasım 2002.

Diez, Thomas, ‘Ethical Dimension: Promises, Obligations, Impatience and Delay: Reflections on the Ethical Aspects of Turkey-EU Relations’, Armağan Emre Çakır (Ed.) Fifty Years of EU-Turkey Relations: A Sisyphean Story, New York: Routledge, 2010.

‘A Very Special Relationship: Why Turkey’s EU Accession Process will Continue’, European Stability Initiative, Berlin-İstanbul, 11 Kasım 2010.

AB-Türkiye Müzakere Çerçeve Belgesi, 3 Ekim 2005, http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/turkey/st20002_05_tr_framedoc_en.pdf (18 Mart 2011).

 

İçener, Erhan, vd., ‘Continuity and Change in the EU’s Approach to Enlargement: Turkey and Central and Eastern Europe Compared’, Southeast European and Black Sea Studies, Cilt 10, Sayı 2, Haziran 2010.

Lagro, Esra, ‘Why is President Sarkozy Actually Against Turkish Accession to the EU? Facts and Challenges’, Perceptions, Bahar-Yaz 2008.

Macmillan, Catherine, ‘Privileged Partnership, Open Ended Accession Negotiations and the Securitisation of Turkey’s EU Accession Process’, Journal of Contemporary European Studies, Cilt 18, Sayı 4, Aralık 2010.

Müftüler Baç, Meltem ve Lauren McLaren, ‘Enlargement Preferences and Policy-Making in the EU: Impacts on Turkey’, European Integration, Cilt 25, 2003.

Mühlenhoff, Hanna L., ‘Turkish-German Relations Under the New Coalition Government in Germany’, 2009,  http://www.ikv.org.tr/images/upload/data/files/muhlenhoffgermanyturkey.pdf (8 Nisan 2011).

Öner, Selcen, Turkey and the European Union: The Question of European Identity, Lanham, Maryland: Lexington Pub., 2011.

Öniş, Ziya, ‘Diverse but Converging Paths to EU Membership: Poland and Turkey in Comparative Perspective’, East European Politics and Societies, Cilt 18, Sayı 3, 2004.

Schimmelfennig, Frank, ‘The Community Trap: Liberal Norms, Rhetorical Action, and the Eastern Enlargement of the EU’, Internatıonal Organization, Cilt 55, Sayı 1, Kış 2001.

Schimmelfennig, Frank ve Ulrich Sedelmeier, ‘Theorizing EU Enlargement: Research Focus, Hypotheses and The State of Research’, Journal of European Public Policy, Cilt 9, Sayı 4, Ağustos 2002.

Sedelmeier, Ulrich, ‘EU Eastern Enlargement in Comparative Perspective’, Journal of European Public Policy, Cilt 8, Sayı 4, 2001.

Sjursen, Helene, ‘Why Expand? The Question of Legitimacy and Justification in the EU’s Enlargement Policy’,  Journal of Common Market Studies, Cilt 40, Sayı 3, 2002

Assist. Prof. Selcen Öner
Assist. Prof. Selcen Öner
Assist. Prof. Selcen Öner | Bahcesehir University

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...