Zelal Ayman ile Röportaj: Kadın Hareketi ve Yerel Yönetimler

Date:

Zelal Ayman ile Röportaj: Kadın Hareketi ve Yerel Yönetimler

 

Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey) olarak, 90’lardan beri kadın hareketinin içerisinde bulunan, Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği’nde Kadın İnsan Hakları Eğitim Programı koordinatörü Zelal Ayman ile bir röportaj yaptık. Gerçekleştirdiğimiz bu röportajda kadın hareketi ve yerel yönetimler arasındaki ilişkiden bahsettik ve Türkiye’deki mevcut sistem içerisinde yerel yönetimler içerisine müdahil olan ve yapıları dönüştüren kadın hareketinin etkileşimine odaklandık. Kadın hareketi için yerel yönetimlerin neler ifade ettiğine, kadınların yerel siyaset içerisinde yer almalarının anlamına ve Kadın İnsan Hakları Eğitim Programı’na çokça değindiğimiz bu röportaj Türkiye’deki yerel siyaset platformundaki gelişmelere dair kısa bir özet sunmaktadır.

Röportajın Özeti

 “90’larda kadınların en büyük dertlerinden biri görünür olamamaktı. İkinci olarak, kadına yönelik şiddet ile ilgili farkındalık yaratmak, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın Türkiye’de var olduğunu ve çokça olduğunu ifşa etmekti. Üçüncü olarak, yine bu haklar ve kadına yönelik şiddete karşı, yasal düzenlemeleri iyileştirme çabası çokça vardı. Dolayısıyla bütünlüklü baktığımız zaman, bütün bunlar hem merkezi yönetimi etkilemek hem yerel yönetimleri etkilemek hem de buralardaki kadınların temsilini ve görünürlüğünü artırmaya dönük çabalara dönüşüyor”

 “Kadın hareketi geniştir. Böyle 3-5 ya da 100 grubun olduğu bir şey değildir. Cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa karşı olsun, kadınlara yönelik hak ihlallerine yönelik olsun hayır diyen, kadınların tarafında olan, kadınların lehine çalışan tek bir birey bile kadın hareketinin bileşenidir”

“Kadınlar belediyelere girdikçe, belediyeler dönüşüyor; belediyeler dönüştükçe kadınları içeriyor. Bu iç içe bir ilişki, ama bence bunu temelde başlatan yine kadınlar”

 “Bundan sonrasında da kadınlar durmayacak. Her yerden isteyecekler. Bu kadar ikincilleştirilmiş, bu kadar aşağılanmış, bu kadar mahrum bırakılmış bir kitle durdurulamaz. Sınıfsal farklılıklar vardır, kimlik farklılıkları. Ama toplamda kadınlar hep talep ediyor. Değişim istiyor. Düzelme istiyor. Bir şey yap diyor. Benim ihtiyacım var diyor. Bunlar lüks ihtiyaçlar da olabiliyor, çok elzem ihtiyaçlar da olabiliyor. Kendisi için değil, çocuğu için istiyor. Belediyenin kapılarını aşındırıyorlar”

 “Bu süreç, kadınlara şunu veriyor: Ben varım, ben bir bireyim. Haklarım var, kullanabilirim. Özgüvenle davranabilirim. İstersem bir iş bulabilirim, istersem bir aile kurabilirim, doğurganlık haklarımı istediğim gibi kullanabilirim, bu bedenim değerli, ben siyaset de yapabilirim, bağımsız bir kadın örgütü de kurabilirim, gidip var olana katılabilirim, belediyelerdeki meclislere girebilirim, muhtar da olabilirim. Çoğunun önünde birçok seçenek açılıyor”

Röportaj Metni

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Yıllardır kadın hareketindeyim. 90’lardan beri. Türkiye’de kadınların siyaset ve mücadele yoluyla hayatlarını değiştirebileceklerine her zaman inandım. Feminizmin değiştiren ve dönüştüren tarafı benim için çok anlamlı oldu. Feminizm zaten öyle bir şey ama, farklı yorumları olduğu için buna vurgu yapıyorum. Üniversite için geldim İstanbul’a, o zamandan beri buradayım. 90’lardan beri feminist siyaset ve kadın hareketi içerisindeyim. Pek çok ortak kampanyada olsun, ortak işte olsun ve aynı zamanda kadın örgütlerinde yer aldım. Hayatımın büyük bir bölümü bununla geçti diyebilirim.

Pekiyi, şu anda ne yapıyorsunuz?

Dediğim gibi çeşitli kadın örgütlerinde yer aldım. Gönüllü ya da profesyonel çalıştım. 90’lar boyunca gönüllü çalıştım. Sonrasında 2000’ler itibariyle Türkiye’ye proje fonları girmeye başladıktan sonra kadın hareketleri olarak, daha profesyonelce, belirgin, somut ve uzun vadeli işler yapma konusunda hem bilgimiz deneyimimiz arttı; hem de fon bulabildik. Çünkü yapılmak istenen şeye çok bağlı fon alıp almamak. O bakımdan 90’larda kadın hareketi içinde bir dönüşüm yaşandı. Diğer kadınlara da değen ve diğer kadınları da etkileyecek, değiştirecek işler ve aktiviteler yapmak istiyorsak bir şekilde mali kaynak gerekiyordu. Ve o mali boyutu düşününce, Türkiye içinde zaten maddi kaynak yok sivil kuruluşlara, hele kadın kuruluşlarına hiç yok, yandaş değilseniz tabi. Dolayısıyla bu noktada belli gruplardan kadınlar olarak biz, daha sistematik daha uzun vadeli, sürdürülebilir işler yapmayı istedik. Ben onlardan biriyim. İlk kez, Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV)’nda bu tip işler yaptık. Fonlar alıp çalışmaktan bahsediyorum. Onun dışında Mor Çatı’da yer aldım belli bir dönem. Dediğim gibi pek çok kampanyada ve çalışmada. Şimdi de son 7 yıldır, Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği’ndeyim. Kadın İnsan Hakları Eğitim Programının (KİHEP) Koordinatörlüğünü yapıyorum. Bizim dernek çok eski bir dernek. İlk oluşan kurumlardan biri. Tarihi 1993’e dek uzanıyor. Yani feminist hareketin yükseldiği 90’ların bir meyvesi diyebilirim. Her zaman çok ilişkim vardı dernekle ve dernek üyeleriyle. Ama 2010 yılından beri profesyonel, tam zamanlı çalışanıyım derneğin.

 “ ‘Kadın örgütleri, kadın grupları olarak karar alıcı erkekleri nasıl etkileriz?’ sorusuna kafa yormaya ve bunun yol ve yönetimlerini uygulamaya başladık. Çok da etkili oldu. Bu doğru bir stratejiydi, çünkü yasalar yerlerde sürünüyordu”

Pekiyi, Türkiye’de tarihsel olarak baktığımızda kadın hareketinin hem siyasetle ilişkisi hem de siyaseti iki başlık altında açtığımızda, merkezi yönetimle ve yerel yönetimle olan ilişkisi nasıl gelişti, neler oldu?

Tez konusu soruyorsunuz yani.

Stratejik olarak örneğin LGBTİ hareketinin yerel yönetimlerde yer almaya doğru yöneldiği söylenebilir. Kadın hareketi için de aynısını söylemek mümkün mü? Yani, merkezi yönetim ve yerel yönetim arasındaki bağ nasıldı? Kadın hareketi bir şekilde merkezi yönetime girmesinin çok zor olduğunu görünce, yerel yönetimlere mi yöneldi? Yoksa bu iki alandaki varoluş eş zamanlı olarak mı ilerledi? Hem merkezi yönetimde kadınlar yer alsın, sadece orda temsil edilmesinler, aynı zamanda katılsınlar mı dendi? Bununla birlikte yerel yönetimlerde de biz yer alalım mı dendi? 

Ben bunun bütünlüklü bir şey olduğunu düşünüyorum. Bunu birbirinden kopup ayıramayız. Feminist siyaset perspektifinden baktığım zaman, ayıramayacağımızı düşünüyorum. Ama tabii ki bir kapı diğerini açar.

90’lardaki dertlerimizin başında görünür olmak geliyordu. İkinci olarak, kadına yönelik şiddet ile ilgili farkındalık yaratmak, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın Türkiye’de var olduğunu ve çokça olduğunu ifşa etmekti. Üçüncü olarak, yine bu haklar ve kadına yönelik şiddete karşı, yasal düzenlemeleri iyileştirme çabası çokça vardı. Dolayısıyla bütünlüklü baktığımız zaman, bütün bunlar hem merkezi yönetimi etkilemek hem yerel yönetimleri etkilemek hem de buralardaki kadınların temsilini ve görünürlüğünü artırmaya dönük çabalara dönüşüyor. 90’larda önceliği düşündüğümüz zaman, parlamentoda daha çok kadın olsun, devlet kurumlarında daha çok kadın olsun, daha çok belediye başkanı kadın olsun gibi taleplerimiz cılızdı.  Çünkü öncelikler çok başkaydı. Yasalar örneğin çok kötüydü, son derece geriydi ve uygulanmıyordu. İkincil olarak, kadınlar haklarını bilmiyordu. Bu iki şey bizi çok uğraştırdı. Tabandan ve yerelden kendimize ve kadınlara dönük (kendimizin de bir tedrisata, farkındalığa ihtiyacı vardı)… Dolayısıyla kadın hareketi, hem kendi içinde aydınlanma ve önceliklerini belirleyerek harekete geçme süreci yaşadı; hem de diğer kadınlara ulaşmaya çalıştı. 90’lardan 2000’lere hatta 2005’e dek böyle gitti diyebilirim. Çünkü öncelikler bu olunca, merkezi hükümet içerisinde temsil olma hali çok da önemli olmadı. Örneğin, Kadın Adayları Destekleme Derneği (KADER) ne zaman kurulmuş? 1999’lar, 2000’ler. Ama Mor Çatı gibi, başka kadına yönelik şiddet odaklı oluşan kuruluşlar 1992’lerde, 1993’lerde kurulmuş. Bu bile bize bir şey anlatıyor.

Dolayısıyla 2000’lerde ancak kadınlar biraz bu temsil meselesi olsun, merkezi hükümeti etkileme meselesi olsun, bunlara biraz el attılar. Nitekim kampanyalar biraz o yüzden çıktı. 90’lardan itibaren o bilgi ve deneyimi biriktirme ve onu yorumlama süreci 1998, 2000, 2005 gibi süreçlerde kadınları ortak bir sorun için ortak bir çözümü devlete ve hükümete baskı yoluyla kabul ettirme yoluna soktu.  Örneğin 1998’de Ailenin Korunması Yasasının çıkarılması için çabalar, kampanya… Arkasından Medeni Kanun Reformu Platform kuruldu. Onunla iç içe Türk Ceza Kanunu…2005’lere kadar, kadınlar bu kampanyaları öne çıkardı. Böylece güç topladı, merkezi hükümeti etkileyebilsin, parlamentoyu, bakanları, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’deki kilit komisyonları. Bütün bunları etkileyebilecek bir kampanya ve örgütlenme içerisinde girdik.

 

“Kadın hareketi geniştir benim açımdan. Böyle 3-5 ya da 100 grubun olduğu bir şey değildir. Cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa karşı olsun, kadınlara yönelik hak ihlallerine yönelik olsun hayır diyen, kadınların tarafında olan, kadınların lehine çalışan tek bir bireyin bile ben kadın hareketinin bileşeni olduğunu düşünüyorum”

 

Bu, senin sorduğun soru bakımından 90’ların sonuna kadar doğru. “Kadın örgütleri, kadın grupları olarak karar alıcı erkekleri nasıl etkileriz?” sorusuna kafa yormaya ve bunun yol ve yönetimlerini uygulamaya başladık. Çok da etkili oldu. Bu doğru bir stratejiydi, çünkü yasalar yerlerde sürünüyordu. Bu öncelik sıralaması bence doğruydu, eksikleri vardır elbette ki, ama bizim gücümüz her şeye yetmez. Bunu ben öğrendim. Kadın hareketi yapabildiğini yapabilir, yapamadığını da yapamaz. Sonuçta sivil kuruluşlarız, çeşitli kaynaklara dayanıyoruz. Çok korkunç bir devletle karşı karşıyayız. Cinsiyetçi, ayrımcı, ötekileştirici… Ama toplamda bu kadın hareketinin 90’lar boyunca gücünü toplayıp rotasını belirlemesi, yasaları değiştirmek adına merkezi hükümete baskı yapması gibi süreçler ve ortak kampanyalar bizi çok güçlendirdi. Bunun sonucunda kadın örgütlerinin sayısı çok arttı. İkincil olarak, bu konudaki farkındalık ve örgütlenme motivasyonu çok arttı. “Yapabiliriz”, “etkileyebiliriz”, “bu yasaları değiştirebiliriz”, “kadınların hayatına çok değen bir yerden iş yapabiliriz” inancı çok arttı. Üçüncüsü, merkezi hükümetin bizi tanıması ve anlamasını da sağladı. Buradan zaten yerel yönetimlere gitmek o kadar zor olmadı.

Çünkü kadın hareketinin bileşenleri olan kadın örgütleri olsun, tek tek kadınlar olsun hepsi birlikte hareket edebiliriz diye hissetti. Kadın hareketi geniştir benim açımdan. Böyle 3-5 ya da 100 grubun olduğu bir şey değildir. Cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa karşı olsun, kadınlara yönelik hak ihlallerine yönelik olsun hayır diyen, kadınların tarafında olan, kadınların lehine çalışan tek bir bireyin bile ben kadın hareketinin bileşeni olduğunu düşünüyorum. Örgütün de, partinin de, sendikanın da, partilerde kadın grupları gibi daire başkanlıkları, belediyelerdeki kadınlar…hepsini kattığım için oradaki kadınlar zaten bu konuda biz örgütlendikçe, belli kadınlar belediyelerde çalışmayı anlamlı ve iyi buldu. Ve oralara yöneldiler. Bir çeşit feminist tedrisattan geçip, kendisine feminist desin ya da demesin, kadın hareketinin ve kadınların yanında olan, kendini orada hisseden kadınlar, belediyelerde de var olmaya başladılar.

O kadar ki feminist belediye başkanlarımız oldu artık 2010’lardan sonra, Gültan Kışanak gibi. Ya da Halkların Demokratik Partisinin (HDP) pek çok eş başkanı gibi, tamamen kadından yana, feminist perspektife çok yakın bir duruşla. Bu büyük bir başarıdır. Bu aslında 90’ların mirasının sonuçları diyebilirim. Aynı zamanda tabii Kürt siyasi hareketinin bu konudaki öncülüğünü unutmamak lazım. Kürt siyasi hareketi de kadınlara çok destek verdi. Önünü açtı. Kürt siyasi hareketindeki kadınlar çok öncülük yaptı ve erkekler de yol verdi bir şekilde. Bu kolay olmuyor, büyük çatışmalarla oluyor ama sonucunda kadınların önünü açan, hadi diyen bir siyasi hareketten söz ediyoruz. Bu dünya ölçeğinde özel bir örnek. O olmasaydı, bence sonuçlar bu kadar parlak olmayabilirdi. Şimdi bu kazanımlar geri alınıyor, parçalanıyor filan orası ayrı bir şey. Tarihsel olarak baktığımızda her zaman olabilir böyle geri gidişler. Önemli olan bu tartışmadaki geldiğimiz nokta.

“Bence yerel yönetimler, kadın hareketi sayesinde özel kazanımlar elde ediyor temelde. Nedeni ise, dediğim gibi kadın hareketi içerisinde yer alan, sempati duyan pek çok kadının bulundukları belediyeleri içerden dönüştürmeye başlamış olmaları”

Kadın hareketi için yerel yönetimlerin özel bir anlamı var mı? Yerel yönetimlerin sayesinden kadın hareketinin elde ettiği özel bir kazanım var mı bugüne kadar?

Bence yerel yönetimler, kadın hareketi sayesinde özel kazanımlar elde ediyor temelde. Nedeni ise, dediğim gibi kadın hareketi içerisinde yer alan, sempati duyan pek çok kadının bulundukları belediyeleri içerden dönüştürmeye başlamış olmaları. Eşitlik, kadına yönelik şiddet, danışmanlık konusunda vb. Bu bakımdan karşılıklı bir ilişki var. Yani kadınlar belediyelere girdikçe, belediyeler dönüşüyor; belediyeler dönüştükçe kadınları içeriyor. Bu iç içe bir ilişki, ama bence bunu temelde başlatan yine kadınlar. O yüzden soruna öyle cevap verdim. Kadınlar gidip orda görünür olmadıkça, çeşitli başarılı çalışmalar yapmadıkça, zorlamadıkça asla vermezlerdi. Dolayısıyla burada bir “alma” durumu var. Her kurum için bu geçerli. Sendikalardaki kadınlar için de bu geçerli. Siyasi partilerdeki kadınlar için de bu geçerli. Belediyelerin farkı şu olabilir, kamuya bağlılar, bütçelerini kamudan alıyorlar, çok bürokratikler ve çok somut işler üzerinden çalışıyorlar, hizmet götürme gibi. Dolayısıyla orda tabii ki de farklar var, ama kadınlar durmadı, oralara da girdiler. Hem de karar alıcı pozisyonlara geldiler, sırf belediye başkanı demek istemiyorum. O böyle parlak bir sonuç olarak orda duruyor az da olsa. Ama toplamda müdürlükler gibi daire başkanlıkları gibi sıradan memur, personel olarak sayıları çok arttı. Türkiye’de istihdam meselesi konuşulurken muhafazakar kesimler diyor ya hani “Kadınlar istihdam olmasın, erkeklerin işini elinden alıyor” diye, baktığınızda belediyelerde kadınların sayısı çok arttı. Yani erkeklerin işini çok aldılar ellerinden. Yani zabıta kadınlardan, temizlikçi kadınlara kadar, çok olmasa da bu örnekler var. Dolayısıyla kazanım diye düşünürsek, bunun da ben kadın hareketinin kazanımı olduğunu düşünüyorum ve yerel yönetimlerde ileri görüşlü karar verici erkeklerin başarısı olduğunu düşünüyorum. Sadece kadınların değil yani, çünkü böyle erkekler olmadan da ilerlemek çok zor oluyor. Kadınların istemesi tek başına yetmiyor bazen. Bazen yetiyor, sonuç alınıyor ama bazen yetmiyor. İleri görüşlü bir belediye başkanı, başkan yardımcısı, ya da bir müdür ya da daire başkanı çok yol açabilir. Ve o noktada o kişiler, olumlu ya da olumsuz anlamda çok kilit olabiliyorlar.

Pekiyi, mesela siz de diyorsunuz, yerel yönetimlerin çalışma prensibi hem bürokratik hem de somut projeler üzerinden hizmet talebi sonrası hizmet götürme veya tek başına hizmet götürme yaratarak halka açma gibi işliyor.

Devlet kurumu sonuçta…

Yerel yönetimlerin bu kapsamında, kadın hareketine talepleri sonrasında ve kendi inisiyatifleri ile birlikte sunduğu faaliyetler neler oldu?

Kadın hareketine mi?

“Kadınların bizim Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı (KİHEP) programıyla çok ilgilenmesinin bir sebebi de bu. Kadınların çoğu eğitim alamamışlar. Bizim verdiğimiz katılımcı sertifikalarını diploma gibi görüyorlar”

Genel olarak kadın vatandaşlara. Yani, bu kadın hareketinin önünü aldığı bir talep sonrasında olabilir ya da direkt olarak belediyenin içinde, dönüşümüyle birlikte kendi başına sunduğu bir şey olabilir.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin belediyecilik konusunda büyük bir değişim getirdiğini düşünüyorum. Çünkü AKP hükümet olarak, hem çok belediye kazandı, hem bu belediyeleri çok etkin kullandı. Çok akıllıca kullandı. Ne yaptı? Hem insanlara hizmet götürdü, biz beğenelim, beğenmeyelim; hem de oy topladı. Şimdi bu çok akıllıca bir şeydi. Türkiye tarihinde bence böyle bir şey yoktu. O kadar ki, büyük belediyeleri hükümetin neredeyse direk bir alt kuruluşu olarak halkla, özellikle de kadınlarla çok yakın temas ve ilişki kurdular. Meslek eğitimi kursları açtılar. Onlarca hobi kursu gibi. Yani kadınları evlerinden çıkarıp, belediyenin hizmetlerine çektiler. Şimdi bu çok önemli bir şey. Örneğin, Ümraniye Belediyesi, Ankara’da Altındağ Belediyesi, Keçiören, Mamak gibi belediyeler, İstanbul’da Bağcılar gibi kritik belediyelerin (700-800 bin, 1 milyon nüfuslu ilçeler bunlar), binlerce kursiyerleri var. Sırf Altındağ Belediyesinin 55 bin kursiyeri var. Hepsi kadın. Ümraniye’de ve Bağcılar’da da öyle. Büyük kurs merkezleri, 5-6 katlı büyük binalar açmışlar. Okul gibi, kadınlara okul açıyorlar aslında ve Türkiye gibi kadınların inanılmaz ikincilleştirildiği, ciddiye alınmadığı, eğitimden yoksun bırakıldığı bir ülkede kadınlar bu kurslara tabii ki çok gidiyor, ilgileniyor. Kadınların bizim Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı (KİHEP) programıyla çok ilgilenmesinin bir sebebi de bu. Kadınların çoğu eğitim alamamışlar. Bizim verdiğimiz katılımcı sertifikalarını diploma gibi görüyorlar. Biz en başlarda vermiyorduk, onlar istedi. Bize diploma verin dediler. Materyalleri kitabı gibi görüyor, merkezi okul gibi görüyor. Israrla eğiticimize hoca diyorlar, biz hep düzeltmeye çalıştığımız halde “öğretmenim”, “hocam” diyorlar. Bu, kadınların ne kadar bu konulara hasret kaldığını, mahrum kaldığını gösteriyor ve AKP hükümeti bunu iyi kullandı. Yerel yönetimleri kendi politikalarını çok yaygınlaştırabileceği bir alan olarak kullandı. Bu konuda hiçbir hükümet ya da parti bence AKP ile boy ölçüşemez. Bunun üzerinden baktığım zaman, çokça hizmet götürüyorlar tabii. Yani sorun buydu değil mi?

“Son 10-15 yıldaki kadınların bu görünürlüğü ve talep oluşturmasını bence bütün partiler gördü. Ve buna yönelik, kadınların gelip orda bu taleplerini karşılamayı da kabul etmek zorunda kaldılar”

Evet.

Her konuda hizmet götürüyorlar. Bize görünen ve eleştirilen gıda dağıtımı yapıyorlar, yakacak dağıtıyorlar. Doğrudur, bunlar da var. Ama dediğim gibi, meslek eğitim kursu veriyorlar. Hobi ve sanat kursları veriyorlar. Sonra kadınların gelir elde etmesi için uğraşıyorlar. Kadınlar biraz para kazanıyor, çocuklarına bakıyorlar. Geziler düzenliyorlar mesela kadınlara, bunlar çok önemli kadınlar için. Vapur gezisi, bir yere otobüslerle gitme gezisi, piknik yapma gibi. Küçük küçük gibi görünüyor ama kadınların hayatı için önemli şeyler bunlar. Buradan tabii kadınlarla iyi bir bağ kurmuş durumdalar. Dolayısıyla oy da alıyorlar. Yani bir alışveriş var burada ve çokça hizmet götürüyorlar. Diğer belediyeler de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Halkların Demokratik Partisi (HDP) gibi; Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin bu konudaki çabaları çok az; sadece HDP farklı bir belediyecilik sergiledi

Ben CHP’nin belediyeciliğini çok dönüştürebildiğini düşünmüyorum. Uğraşıyor ama dönüştüremiyor bence. HDP dönüştürmeye çalıştı, ama çok radikal bir biçimde yapmaya çalıştı. Kürt meselesi, Kürdistan meselesi yüzünden bu olamadı şimdilik. Bir model olarak duruyor, bir kazanım olarak duruyor. Ama olamadı. Orda da bu hizmet meselesinde, bu çatışmalı süreçler, bölgedeki gerilim, Kürtlere yönelik ciddi tarihsel ayrımcılık HDP’li belediyelerin önünde bir engel oldu. Bir şekilde rahat çalışamadılar. Yeterince kaynakları yoktu ve çok radikal modeller denemek istediler. Bütün bu sebeplerden dolayı ben, bazı çok iyi çalışan belediyeleri ayırarak,  hizmet anlamında çok da başarılı olduğunu düşünmüyorum HDP’li belediyelerin ve CHP’li belediyelerin. AKP o konuda bambaşka bir yerde duruyor. Hizmetten ne anlaşıldığına tabii ki bağlı bu, ama çok yoksulluk varsa bir ülkede o yoksullara yönelik hizmeti iyi tartışmak lazım. Kürtler mesela çok yoksul ve HDP’li belediyelerin yapabildiği ne var bilmiyorum.

Öte yandan, HDP’li belediyelerin eş başkanlık, büyük şehirlerde kadın politikaları daire başkanlığı oluşturmaları ve küçük yerlerde kadın müdürlükleri oluşturmaları önemliydi. Çok kıymetliydi. Çok iyi uygulanamadı, vakit yetmedi. Baskılar çoktu, çatışma vardı. Öncelikli kabul edilmedi Kürt hareketinde bu tip şeyler. Bir sürü sebebi var, ama sonuçta bir model olarak çok önemli. Kadın danışma ve dayanışma merkezleri zaten kadın hareketinin bir modelidir, yani şiddet gören, ayrımcılık gören kadınlara danışmanlık desteği verilmesi. Bu belediye için hizmet, kadın  grupları için destek anlamına gelir. Bu 90’lardan beri kadınların uyguladığı bir modeldi zaten. Kadınların gelip orda danışmanlık alması ya da telefonda alması. Gönüllü avukatlar, hukukçular, sağlıkçılar varsa onların yönlendirme ve danışmanlık desteği. O model, büyük oranda hemen hemen aynı olarak HDP’li belediyelerde ve CHP’li belediyelerde çok iyi uygulandı. Mesela bu önemli bir yansımadır bence. Yine kadın hareketi içerisinde olan kadınların taşıdığı bir şeydir. Tam da az önce bunu kast ediyordum. Yani buradaki modeli, yerel yönetimde uyguladı. Zorladı, kadın dayanışma merkezi açtırdı. O işi örgütledi, avukat buldu, psikolog buldu, sağlıkçı buldu ki hizmet verdikleri kadınlara bu konuda destek olmaya devam etsinler. Eskiden tek bir belediyede yoktu mesela. “Kadın dayanışma merkezi?”, “O ne demek?”  denirdi 90’larda ve hatta 2000’lerde. Peyderpey yapıldı, kadınlar yaptı bunu.

Bu kadın hareketinin modeline, kazanımlarına bence CHP’li ve HDP’li belediyeler taşınabildi, AKP’liler almadı bunu. Aldıkları şeyler var ama, kendi modelini oluşturuyor. Yani kadın-erkek eşitliğine inanmıyorlar onlar zaten. Çok temel bir fark var. Kadın-erkek eşitliğine inanmayan bir yapı farklı bir hizmet modeli uygular. CHP ve HDP de, kadın hareketinin modelini alabildi. Hatta HDP, kadın hareketinin önünde modeller uyguladı. Ama kendileri düşündükleri için yapmadılar bunu, kadınlar istedi. Dolayısıyla bu hizmet meselesinde, son 10 yılda diyebilirim ki, yerel yönetimde kadınlar devrim yarattılar. Gittiler, aldılar. AKP’li kadınlar da istediler bunu. AKP’li kadınlar istemeseydi, bu da olmazdı. Artık Türkiye’de insanlar, kadınlar talep ediyor. Bu çok önemli bir şey, devletten de merkezi yönetimden de ediyor, kadın örgütlerinden ve belediyeden de bir şey istiyor, herkesten bir şey istiyor. Yani kadınlar “bana destek ol” diyor. “Ben zor durumdayım, kötü durumdayım, gelişmek istiyorum” diyor. Zor durumda olmasına da gerek yok, “ben iyi vakit geçirmek istiyorum, bana hobi kursu aç” diyor mesela. Ya da “Gezmek istiyorum, pikniğe götür beni, otobüsün var kullanalım” gibi. Anlatabildim mi? Son 10-15 yıldaki kadınların bu görünürlüğü ve talep oluşturmasını bence bütün partiler gördü. Ve buna yönelik, kadınların gelip orda bu taleplerini karşılamayı da kabul etmek zorunda kaldılar. Kolay kabul olmadı bunlar, hep kadınların mücadelesiyle oldu ve oradaki bazı erkeklerin pozitif katkısıyla oldu. Bazı diyorum, çünkü çok az var.

Bundan sonrası böyle devam edecek diye düşünüyorum. Yani kadınlar durmayacak. Her yerden isteyecekler. Bu kadar ikincilleştirilmiş, bu kadar aşağılanmış, bu kadar mahrum bırakılmış bir kitle durdurulamaz. Sınıfsal farklılıklar vardır, kimlik farklılıkları. Ama toplamda kadınlar hep talep ediyor. Değişim istiyor. Düzelme istiyor. Bir şey yap diyor. Benim ihtiyacım var diyor. Bunlar lüks ihtiyaçlar da olabiliyor, çok elzem ihtiyaçlar da olabiliyor. Kendisi için değil, çocuğu için istiyor. Belediyenin kapılarını aşındırıyorlar. Bu iyi bir şey, hakları da. Hizmet almak hakları. O yüzden ben hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm partilerin kadınlara hizmet götürmesini ve en iyi şekilde götürmesi gerektiğini düşünüyorum..

 “Belediyeler sonuçta devletin kentle ilgili yapıp edeceklerinin bir aracı. Kamu kaynaklarını kullanıyorlar. Bizim vergilerimizden oluşan kaynakları kullanıyorlar, kadınların görülmeyen çok emeği var, trilyonlarca liradır”

Yerel yönetimlerin verdikleri hizmetler kadınların ve kadın hareketinin taleplerine, ikisini birlikte harmanlayıp, kentin kendi içindeki fiziksel dönüşümü, kadın dostu kent haline gelmesi konusu hakkında neler söylersiniz? Sizce kadın dostu kent ne demek? Bu kavram nasıl oluşuyor? Yararlı bir kavram mı bu sizce?

Elbette ki yararlı ama çok bana yabancı gelen kavramlar, bu kavramlarla da benim sorunlarım var.. Kadın dostu kent hiçbir zaman oturmadı benim kafamda. Yani başka terimler ve başka kavramlar bulmamız lazım. Kadınların anlayabileceği. Çok İngilizce’den yapılmış bir çeviri ve yine uluslararası kuruluşların geliştirdiği kavramlar bunlar. Olmasın demiyorum, tabi ki olsun. Benim anlatmak istediğim şu: Ortada bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği var, kadınlar ve erkekler arasında çok ciddi bir uçurum var, kadınların aleyhine ve erkeklerin lehine. Bu, bütün bir hayatta var. Bütün hayatın bir parçası olan kentte de var. Dolayısıyla o kentin organizasyonu, o kentin yapılandırılması, kentin kaynaklarının kullanılması, binanın yapısından tutun alışveriş merkezlerinin konumuna kadar kadınların lehine değil çoğu. Beni ilgilendiren budur. Buna kadın dostu kent deniyorsa densin. Ama bana yabancı kavramlar ve dediğim gibi uluslararası kuruluşların geliştirdiği ithal kavramlar. Burada nasıl ki biz şiddetle ilgili konuşurken kadına yönelik şiddet bir suçtur ve cezalandırılmalıdır ve önleyici tedbirler alınarak bu ihlalin önüne geçilmelidir diyorsak, kentte yaşlı veya genç, her yaştan kadınların ve kız çocuklarının kendilerini daha eşit hissedebilecekleri ortamlara ihtiyaçları var. Beni ilgilendiren o. Bir örnek vereceğim. Genellikle İstanbul’da mutfaklar çok küçük. Şuursuz bir şey. Şuursuz da demeyeyim kasten yapılıyor. Çünkü kadınlar düşünülmüyor. Salonlar çok büyük genel olarak, mutfaklar genellikle çok küçük. O kadınlar o aileyi o küçücük mutfakta besliyor. Bunlar çok temel bakış açıları ve ataerkil sistemin yüzyıllarca biriktirerek bizleri getirdiği noktalar. Burada bayağı bir radikal dönüşüm olmalı. Büyük bir konu bu ve kadın dostu kentler konusunda bir proje yürüdü BM nezdinde ve yıllarca sürdü, bazı kentlerde uygulandı. Bu projenin çeşitli platformlarda yararlı olduğunu duydum. Bu konuda kadınlara bir perspektif sunduğunu, bir farkındalık geliştirdiğini gördüm. Bunlar iyi adımlar bir şekilde. Devam etmeli, kadınların kentle ilişkisinin mümkün olduğunca erkekler kadar, onların lehinde gelişmesi ve çok daha eşitlikçi bir kent organizasyonu için kesinlikle belediyelere orada çok iş düşüyor.

Belediyeler sonuçta devletin kentle ilgili yapıp edeceklerinin bir aracı. Kamu kaynaklarını kullanıyorlar. Bizim vergilerimizden oluşan kaynakları kullanıyorlar, kadınların görülmeyen çok emeği var, trilyonlarca liradır. Hem ücretli çalışan hem evde çalışan kadınların çok daha kendilerini eşit ve özgür hissedebilecekleri kent organizasyonunda sorumluluk başta devletin ve belediyelerin. O konuda çok da iyi şeyler yaptıklarını düşünmüyorum. Kadınlara şiddetle ilgili, eşitlikle ilgili çeşitli eğitimler olsun, danışmanlıklar olsun, sözünü ettiğim meslek eğitimleri AKP’nin yaptığı yaptırdığı bunlar çokça var, son on yılda çok arttı. Ama çok temel şeylerde bir oynama olduğunu görmüyorum. Mesela HDP’li belediyeler. Kürdistan’da ciddi su problemi var. Yani musluğa suyu getirme sorunu çok büyük. Oysa ki o coğrafyanın her yerinde su var ama o su musluğa getirilemiyor. On yıldır HDP’de olan bir belediye o suyu getiremiyor mesela. Küçük bir yerleşim yerinde örneğin. Olacak şey değil. İki bin-üç bin kişinin yaşadığı bir ilçeye su getiremiyor. Günde üç saat su verilebiliyor benim ilçeme, Kars’ın Digor ilçesi. Utanç verici bir şey bu. Su, kadınlar için çok önemli bir şey. Sen sadece sabah1,5 saat akşam 1,5 saat su verirsen o kadının hayatı cehenneme dönüyor. Erkekler ilgilenmiyor ki temizlik, ev işleri, çocukların bakımı, yemek yapma, bulaşık-çamaşır işleriyle. Sabah gidiyor akşam geliyor ya da evdeyse de yapmıyor. Dolayısıyla da kadınlar çekiyor bunu, genç kızlar çekiyor. Ben çok eleştirdim bunu, her platformda söyledim. Ne yapıyor bu HDP’li belediyeler, tamam politika da yapalım, radikal modeller de geliştirelim falan ama bir su getir yahu! Bari beş saat ver. Tüm gün verme tamam, israf etmeyelim ama anlaşılmaz bir şey bu. Demeye çalıştığım şu, çok temel bir ayrımcılık var ve kentler böyle kurulmuş, ataerkil bir kafayla kurulmuş, erkekler kurmuş ve bunu dönüştürmek çok zor. Bu noktada belediyelerin çok radikal olması lazım, mesela demesi lazım ki bu ilçede su problemi var, kadınları etkiliyor ben buna öncelik vereceğim. Kadınlara mesaj verip onları desteklemesi lazım. Kadın dostu belediyecilik yapması lazım.

Bu anlamıyla aslında kadınların yerel yönetimde görev almaları sadece temsil edilmeleri değil birebir katılmaları içeriden belediyeleri dönüştürmeleri çok kritik. Belediyenin hizmetlerinin de dönüşebilmesi, hizmet verme yöntemlerinin de değişmesi için sizin bahsettiğiniz modele adım adım yaklaşabilmek adına şart. Peki bu kapsamda kadın hareketinin mevcut politikası nedir? Dernekten bağımsız olarak feminist hareket belediyeleri dönüştürebilmek için eğitimler mi veriyor kadınlara, yerel yönetimlere katılımları için destekliyor mu? Nasıl bir yol izliyor kadınların daha katılımcı olması için? Siyasete katılım nasıl gerçekleştirilebilir? Biz neden siyasete katılmalıyız, yerel yönetimler ve merkezi yönetim bizim için neden önemli, biz bunları nasıl dönüştürebiliriz diye eğitim programları yapılıyor. Sonrasında buraya katılan kişiler, yerel yönetimler hakkında dünya bir “nebulaydı”dan yerel yönetimlerden ne isteyebiliriz, biz buraya nasıl katılabiliriz hakkında bir fikir sahibi oluyorlar. Sonrasında istiyorlarsa yerel yönetimlerde adaylık koyuyorlar. Sırf görünürlük açısından bile adaylık konulması önemli. Kadın hareketinin şuanda mevcutta daha fazla katılımın, yönetici pozisyonlarda veya dediğiniz gibi daire başkalıkları, müdürlüklerde yer alabilmesi için bu tip bir eğitim modeli uyguluyor mu, uyguluyorsa nasıl?

Kadın hareketi diyelim, çünkü feminist hareket kadın hareketinin içinde ve feminist hareket kadın hareketinin üstünde, benim açımdan. Çünkü, feministler ve feminist hareket kadın hareketinin ideolojisini kurabiliyor, sözünü kurabiliyor. Ama kadın hareketi içinde hareket ediyor. O noktada ben feministlerin ve feminist hareketin yerel yönetimleri çok önemsediğini biliyorum ama çok somut anlamda bir faaliyet yaptığını düşünmüyorum. Daha ziyade kadın hareketi içinde sayabileceğimiz partili kadınlar daha aktif yer alıyorlar.

Siyaset yapmak isteyen kadınlar, mesela CHP’deki kadınlar çok aktif belediyelerde yer almak istiyorlar. HDP’li kadınlar. Az önce sözünü ettiğimiz sürecin bir parçası ve sonucu olarak dolayısıyla orda kadın hareketini feministler diye düşündüğümüz zaman belediyelere yönelik dolaylı ve doğrudan diyebileceğimiz iki şey yapılabiliyor. Dolaylı olan tarif ettiğim şeyi yani kadın hareketinin itmesiyle buradan güç alan kadınların belediyelerde yer almasıyla, çeşitli kademelerde. Bu çok dolaylı bir ilişki ve iyi bir ilişki. O yüzden ben kadın hareketini geniş buluyorum. Belediyelerdeki kadınları da katıyorum. Hepimiz bunun içindeyiz diye düşünüyorum. Öte yandan daha spesifik, somut işler var. Türkiye’de kadın örgütleri çok az eğitim çalışması yapıyor bence. Hani böyle formel demeyeyim de, yapılandırılmış, belli bir süresi olan, belli bir etkisi olabileceğini düşündüğüm bizim derneğin yaptığı KİHEP var, KADER’in yaptığı siyaset okulları var. Bazı kadın örgütlenmelerinin AB projeleri ya da başka fon kaynakları üzerinden geliştirdikleri projeler kapsamında çeşitli eğitimler olabiliyor. Ama onların çok etkisi olduğunu ben düşünmüyorum. Sürdürülebilir ve etkili değiller. Kıymetliler ama sonuç bakımından etkili değiller. Çokça yapıldı, ne oldu? O paralar ne oldu? Yani İç Anadolu bölgesine verilen fonun haddi hesabı yok. Ne çıktı İç Anadolu bölgesinden? Hemen hiçbir şey çıkmadı. İki-üç tane kadın örgütü çıktı, zar zor devam ediyorlar kapanıyorlar neredeyse. Kadınlar güçlenmedi. Erken ve zorla evliliklerin en fazla olduğu yer İç Anadolu. Nasıl oldu bu? O kadar kadınlara proje yapıldı, yanlış işlerdi bunlar.  Dolayısıyla başka türlü bakmak lazım ve kadınların gerçekten dönüştürücü eğitimlere ihtiyaçları var. KİHEP o yüzden kıymetli ve o yüzden kadınlar KİHEP’e sahip çıkıyor. Çünkü KİHEP değiyor onlara.

“KİHEP, Yerelde oluşturulan kadın guruplarına yönelik 16 hafta süren bir eğitim paketi gibi düşünün, feminist bir program. Tamamen feminist bir içeriğe sahip ve metodolojiyle oluşturulmuş, içerik ve metodolojisi çok eskiye dayanan bir eğitim programı”

KİHEP nedir, açıklayabilir misiniz?

KİHEP, Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği’nin 1995’ten beri uyguladığı bir program. Yerelde oluşturulan kadın guruplarına yönelik 16 hafta süren bir eğitim paketi gibi düşünün, feminist bir program. Tamamen feminist bir içeriğe sahip ve metodolojiyle oluşturulmuş, içerik ve metodolojisi çok eskiye dayanan bir eğitim programı. Biz eğitim programı çok demek istemiyoruz ama hem isim bulamıyoruz hem kadınlar eğitim demek istiyor. Güçlendirici program da diyebiliriz. Ne demek güçlendirici? Bir kere az önce 90’larda sözünü ettiğimiz tespite ilişkin kadınların haklarını bilmiyor olması çarpıcı bir şeydi ve bizim derneğin o zamanlar yaptığı bir saha araştırması, artı bundan sonra yapılan pilot uygulamalar gösterdi ki Türkiye’de yasalar çok kötü durumda. Kadınlar var olanı bile bilmiyor.  Kadınlar aslında ifade ve örgütlenme haklarını bile kullanamıyorlar. Bu iki-üç dinamik bu programı oluşturdu. Zaman içerisinde bir kaç yıl süren pilot uygulamalar ve saha çalışmasından sonra KİHEP El Kitabı modül olarak yazıldı, geliştirildi. Temelde, çok genel bakarsak iki ayağı var bu programın: KİHEP’in ilk sekiz oturumu kadınların ulusal ve uluslararası insan hakları, anayasal hakları, medeni hakları, Türk Ceza Kanunu’ndaki hakları, şiddete karşı hakları ve ekonomik haklarını kapsıyor. Sekiz hafta boyunca bayağı yasa anlatıyoruz. Senin şu hakların var, kullanabilirsin, olmamasını da eleştir, kötü olanı da iyileştirmeye çalış gibi eleştirel bir yerden, sadece kuru bir bilgi aktarımı değil eleştirel bir bakış açısı vermek, bunu da interaktif yöntemlerle, feminist yöntemlerle, grup çalışmaları, oyunlar, alıştırmalarla kadınlarla yapılan grup çalışması şeklinde yapıyoruz. O ilk sekiz haftadan sonra kalan sekiz bölüm daha çok kadınların bedensel ve özgüvenlerini oluşturmak için geliştirilen modüller. İki modül iletişim ile ilgili. Türkiye’de iletişim berbat bir konumda, insanların şiddet içermeyen yollarla iletişim kurmaları çok önemli. Kadınların kendilerini şiddetten koruyacak biçimde iletişim kurmaları, çocuklarıyla, eşleriyle, sevgilileriyle. O yüzden iki modül iletişime ayırıyoruz. İki modül cinselliğe ayırıyoruz. Cinsellik tabu bir konu, günah kabul ediliyor. Pis kabul ediliyor. Kadınların bedenlerini sevmeleri ve haz ve zevk alma haklarının olduğunu vurguluyoruz. Bu iki modül çok etkili oluyor. Doğurganlık haklarıyla ilgili mutlaka grup çalışması yapıyoruz. Son üç modülde siyaset, katılım ve örgütlenmeyle ilgili. Siyasete katılım, siyaset ne demekten başlayıp aslında ne kadar geniş bir anlamı olduğunu, siyasetin sadece parlamentoda yapılan bir şey olmadığını, sadece erkeklerin tekelinde olmayabileceğini, “pis” bir şey olmadığını, çünkü çoğu kadın siyasetin pis bir şey olduğunu düşünüyor. Bu oturumda özellikle bu konuşuluyor. Sonra feminizm nedir, çünkü o da şeytanlaştırılan bir konu, kimdir bu feministler? 16. haftada dördüncü ayın sonunda eğiticilerimiz grup çalışmalarını bitiriyorlar.

Bu süreç, kadınlara şunu veriyor: Ben varım, ben bir bireyim. Haklarım var, kullanabilirim. Özgüvenle davranabilirim. İstersem bir iş bulabilirim, istersem bir aile kurabilirim, doğurganlık haklarımı istediğim gibi kullanabilirim, bu bedenim değerli, ben siyaset de yapabilirim, bağımsız bir kadın örgütü de kurabilirim, gidip var olana katılabilirim, belediyelerdeki meclislere girebilirim, muhtar da olabilirim. Çoğunun önünde birçok seçenek açılıyor. Yüzde yüz hepsinin değil tabi ki, ama çoğunun önünde. Biz dönem dönem etki değerlendirme toplantıları yapıyoruz. En son 2005-2011arası dönemi uluslararası bağımsız uzman değerlendirdi. Oradaki en çarpıcı sonuç KİHEP’i tamamlamış kadınların yüzde 90’dan fazlası özgüvenim arttı diyor. Bu çok önemli. Özgüveni artan birey, erkek kadın fark etmez, aslında birçok şeyi yapabilir. Bu bilgilere de ulaşabilir, hayata başka bakabilir. Bu açıdan dönüştürücü, kadınların kendilerini ve çevrelerini dönüştürmelerine katkıda bulunacak bir yaklaşım çok önemli. O yüzden ben projeler kapsamındaki hap gibi eğitimleri, iki saatlik saçma sapan eşitlik seminerlerini çok eleştiriyorum. Ahlaki de bulmuyorum. Çünkü bunların büyük kısmı biraz da fon için yapılıyor.

Buradan belediyelere geçersek biz yıllarca 1998 ile 2012 arasında Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme kurumu ile çalıştık. Protokolümüz vardı. Hükümet 2011 yılında Kadın Bakanlığı’nı kapattı, Sosyal Hizmet Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK)’i kapattı ve bizim oradaki eğiticilerimizin KİHEP grup açmalarının  önünde büyük engeller oluşturdu 2012’den itibaren. 14 yıl boyunca SHÇEK’in toplum merkezleri ve aile danışma merkezlerinde kadınlara ulaştık. Bizzat SHÇEK’in sosyal hizmet uzmanı ve çalışanı olan eğiticileri aracılığıyla. Eğitici eğitimi yapıyorduk, SHÇEK’in personeline; sonra onlar bulundukları yerlerde eğitim veriyordu. Çok sürdürülebilir bir modeldi, çok etkindi. Ortalama yılda 700-800 kadına ulaşıyorduk ve zaten şu ana kadar 20 küsur yılda  KİHEP 14 binden fazla kadına ulaşmış, neredeyse 15 bin olacak. Bu noktada bizim devletle, hükümetle kötü biten bir ilişkimiz oldu. 14 yıl boyunca işbirliği yapmış idik ve maalesef onlar fes etmiş oldular protokolü. Biz devletin mekânlarına gelip giden, devletten hizmet alan kadınlara ulaşamaz olduk. Oralardaki 130’dan fazla eğiticimiz KİHEP gurup açamıyorlar. Bu, büyük bir kayıp. Türkiye’nin kaybı. Bu kadınlar toplumsal cinsiyet eşitliği, kadına yönelik şiddet, haklar konusunda uzmanlar. Onlarca grup açmışlar, kadınlara ulaşmışlar, böyle bir insan kaynağını biz kaybettik

Dolayısıyla bunlar önemli. Yalnız şöyle oldu. AKP hükümeti kendi kadın haklarıyla ilgili bakış açısı, kadın meselesine bakış açısı, kadın-erkek eşitliğine bakış açısı yüzünden bütün bu kurumları kapatınca KİHEP’in kadınlara ulaşma konusu çok zorlaştı. Biz zaten belediyelerle çalışıyorduk. 2012’den sonra belediyelerle çalışmaya daha büyük bir ağırlık verdik ve şu anda 30’a yakın belediye KİHEP ağının içerisinde. Çoğu CHP’li ve İzmir’den olan belediyeler bunlar. Bir kısmı HDP’li belediyeler. Maalesef AKP’li yok şu anda. Öte yandan Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organziation-ILO) ile bir ortaklığımız oldu son iki yıldır. O ortalık kapsamında sözünü ettiğimiz Altındağ Belediyesi, AKP’li örneğin, gibi çeşitli AKP’li belediyelerle de çalıştık, ILO ile birlikte yürüttüğümüz proje kapsamında. Yani belediyeler bizim için önemli. Çünkü kadınlara ulaşmak istiyoruz. Devlet önümüzü kestiği zaman, biz de belediyelere yöneldik. Zaten belediyelerden de kadınlar çok talep ediyordu. Sürekli derneği arayıp eğitici eğitimi istiyoruz, biz KİHEP eğiticisi olmak istiyoruz, belediyemizde kadınlara yönelik KİHEP yapmak istiyoruz diye zaten çok talep vardı. devreden çıkınca belediyelerle, mesela 2013’te HDP’li belediyelerin bir kısmıyla çalıştık, 2016’daki eğitici eğitiminde 10 tane İzmir’den CHP’li belediyeyi aldık.  Şu anda onlardan dokuz tanesi ile işbirliği protokolü imzalamış durumdayız. Bu kapsamda orada personel olarak çalışan, eğiticilerimiz yılda en az iki grup açacak ve belediye de bunu kolaylaştıracak. Mekan, kadınlara ulaşım gibi konularda destek olacak.

Bu bağlamda düşünürsek ben bu eğitimlerin daha çok artması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kadınlar istiyor zaten. Biz kesinlikle yetişemiyoruz. Çok da üzülüyoruz. Ama kapasitemiz bu. Başka kadın örgütlerinin ve devletin kendisinin bu eğitimleri yapması lazım. Kadınlar istiyor. Dolayısıyla bu eğitimler çok eksik. Çünkü belediyeler çok iyi bir kanal. Kadınlar çok geliyor belediyelere. Mekanları var belediyelerin, otobüsleri var. Senin benim var mı, yok. Onların kaynaklarını kullanmamız lazım, o yüzden biz protokole önem verdik. Kağıt parçası olarak bakılabilir sembolik bakımdan. Ama eğiticiyi güçlendiren bir şey. Eğitici diyor ki mesela ben grup açmak istiyorum, sıkıntı varsa bak protokol var diyor. Orada çok işe yarıyor.

“Diğeri koşul da, bizim mevcut kapasitemiz. Çok fazla kadına ulaşmak için, çok fazla belediye için çok fazla eğitici eğitimleri yapmamız lazım…. O yüzden diyorum bizim gibi örgütlenmelerin artması lazım. Devletin bu işe el atması lazım. Biz yetemeyiz buna, yanlış bir şey zaten”

Gelecek planları kapsamında derneğin belediyelerle ilişkilenmesini daha fazlalaştıracağı yönünde mi öngörünüz? Çünkü kadınlara ulaşmak için protokolün bitmesiyle birlikte merkez yöntemlerle …..kolay değil ama yerel yönetimler hala bir kapı. Hala kadınların sizin de değiniz gibi sıklıkla belediyelere geldiğini biliyoruz. Sıklıkla da belediyelerdeki hizmetlerden faydalanabilmek için kadınların iletişimi daha fazla. Dernek olarak daha fazla bu tarafa yönelmeyi düşünüyor musunuz?

Mecburuz. Başka çare yok. Ben AKP’li belediyelerle de çalışmayı önemsiyorum, zira bizim derdimiz kadınlara ulaşmak çünkü. AKP ile anlaşamadığımız şey kadın-erkek eşitliğine inanmıyor olmaları. Çok karşıt bir yerden ilişki kurabiliyoruz. O zaman da kadınlara ulaşamıyoruz. İzin vermiyorlar bize. Biz denedik bunları. Mesela ILO ile yürüttüğümüz proje kapsamında kaç tane AKP’li belediye ile görüştük. Kabul etmediler. Kendilerine göre haklı olabilirler, ama bize göre yanlış bir şey bu. Eşit mesafede durmuyorlar. Yandaş, kendine çok yakın STK’lar istiyorlar, mesela KADEM gibi. Oysa ki bizim burada parti ayrımımız yok. Tabi ki bazı partileri ideolojik olarak daha yakın hissediyoruz ama biz burada pragmatik de bakmak istiyoruz. Kadın-erkek eşitliğine inanma konusunda, yaklaşım konusunda asgari bir ortaklıkta buluşuyorsak AKP’li belediyelerle, onlarla da protokol imzalarız, onlardan hizmet alan kadınlara da KİHEP uygularız. Bir böyle bir şart var.

Diğeri koşul da, bizim mevcut kapasitemiz. Çok fazla kadına ulaşmak için, çok fazla belediye için çok fazla eğitici eğitimleri yapmamız lazım. O da bizi aşabiliyor. Zira grup çalışmalarını yürütenler KİHEP eğiticilerimiz ve çok anahtar bir pozisyonları var. Bu işin mali, idari, kurumsal, politik tarafları var. İnsan kaynakları tarafı var. Dolayısıyla da istiyoruz, ama yapabildiğimiz kadarını yapıyoruz. O yüzden diyorum bizim gibi örgütlenmelerin artması lazım. Devletin bu işe el atması lazım. Biz yetemeyiz buna, yanlış bir şey zaten. Mesela Güney Asya’da modeller var, binlerce kadına ulaşılıyor ama devletle ortak yapılıyor. Devlet kaynaklarıyla birlikte işin içinde olmadı mı bir kadın örgütü veya örgütleri bunu başaramaz. Biz o yüzden SHÇEK ile işbirliğine çok önem veriyorduk. Çünkü çok sürdürülebilir bir modeldi. Devletin kaynaklarıyla yapıyorsun. Mekâna, eğiticiye, malzemeye para vermiyorsun, kaynağını ayırmıyorsun. Ne istiyorsun daha, kadınlar da orada. Burada devletin işbirliğine açık olması lazım. Devlet işbirliğine açık olmaz ise kadın örgütlerinin yapabilecekleri sınırlıdır.

Böyle bir durumda kadın örgütlerinden daha başka şey beklememek lazım. Bekleyenleri de çok eleştiriyorum. Siz yapın o zaman diyorum. Kolay mı sanılıyor? Biz burada insana değen bir şey yapıyoruz, çok büyük bir sorumluluk bu. Sen kadınlara zarar verecek bir eğiticiyi sahaya veremezsin. Bu yüzden de o eğiticiyi bir yıl boyunca yetiştireceksin, takip edeceksin, ehil midir değil midir emin olacaksın, sonra sahaya vereceksin. Çünkü kadınlar orada KİHEP gruplarında 16 hafta boyunca kendilerini çok açıyorlar. İki saatlik bir şey değil ki oturup dinlesin. Çok interaktif bir şey. 16 hafta sürüyor, haftada bir buluşuyorlar. Hem grupla bir etkileşimleri var, hem eğiticiyle. O süreçte verilecek bir zarar bir kadını onlarca yıl geriye götürebilir. Buna hakkımız yok. O yüzden de çok ciddiye alıyoruz yaptığımız işi ve titizleniyoruz bu kadar.

Bu dönüşüm işi, bu hayat değiştirme işi, kadınları güçlendirme işi basit bir şey değil. Türkiye’de bu işe basit bakıldığı için AB fonları ile milyonlarca Euro harcandı, ne oldu? Neredeyse hiçbir şey olmadı. Deniyor ki örneğin 12 bin jandarmaya, bilmem ne kadar polise ve hâkime AB fonlarıyla 1 günlük eğitim verildi. Ne oldu? Ben bunları çok eleştiriyorum ve çok gayri ahlaki buluyorum. Sen iki saatlik eğitim veriyorsun, bunu istatistiğine geçiriyorsun, orada burada satıyorsun. Bu jandarma, bu polis, bu hakim, bu karar verici, bu mahkeme 6284 sayılı şiddet yasasını uygulamıyor. Tedbir kararını vermiyor. Tedbir kararını verip bunu takip etmiyor.  Sırf bundan dolayı kaç kadın öldürülüyor, zarar görüyor. 2000’lerden beri 15 yılda milyonlarca Euro harcanmış bu eğitimlere. Kadın, erkek, meslek elemanı, ne oldu? Ne anladım ben bu eğitimden? Kaynak israfından, para israfından, gayri ahlaki bir israftan başka? Kadına şiddet hala azgın bir biçimde devam ediyor, LGBTI’lere yönelik nefret inanılmaz, çocuklara yönelik cinsel istismar korkunç boyutlarda. Ortada devlet yok. Ne önleyici tedbir var, ne koruyucu tedbir var. O yüzden bu eğitim meselesi kritik mesele ve biz bu kadar titiz davranıyoruz. Etik olmayan şeylere girmek istemiyoruz, o yüzden de herkesin de bu kadar ciddiye alması gerekiyor.

Çok teşekkür ederiz.

ResearchTurkey
ResearchTurkey
AnalizTürkiye

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...