CHP’den Sedef Çakmak ile Röportaj: LGBTİ Aktivisti Perspektifiyle 1 Kasım Seçimleri

Date:

CHP’den Sedef Çakmak ile Röportaj:
LGBTİ Aktivisti Perspektifiyle 1 Kasım Seçimleri

Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey) olarak Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İl Meclis Üyesi, Beşiktaş Belediyesi Toplumsal Eşitlik Birimi’nde başta cinsiyet olmak üzere her çeşit toplumsal ayrımcılığa karşı aktif görev alan Sedef Çakmak ile Türkiye’deki son seçimleri oluşturan dinamiklere ilişkin heteronormatif siyaseti eleştiren bir röportaj gerçekleştirdik. Yakın zamanda artan terör olayları, koalisyon sürecinin başarısızlığı ve 1 Kasım seçimlerini bizlere bir CHP’li gözüyle aktaran Sedef Çakmak, özellikle son dönemde seçmenler tarafından sıkça tartışılan, CHP ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kesişim kümesini ayrıştırıcı noktalarla beraber gözler önüne serdi. Son yaşanan gelişmelerin gölgesinde kalan ‘daha gündelik’ ve ‘neredeyse sıradanlaşmış’ kadınlara ve LGBTİ’lere yönelik şiddete ise ayrıca dikkatleri çekti. Bu bakımdan, kadınların ve LGBTİ’lerin güncel Türkiye siyasetindeki temsiliyet sorunlarını detaylı bir şekilde irdeledik. Bir LGBTİ aktivisti olarak, kendi adaylık sürecinden yola çıkarak, ne gibi sıkıntıların yaşandığını ve Haziran ayından beri kendisinin eşitlik biriminde ne gibi faaliyetler yürüttüğünü masaya yatırdık. Son olarak CHP’nin seçim planları ve stratejilerini konuşarak bu keyifli röportajı bitirdik.

Sedef Çakmak Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü tamamladı. Üniversitede okurken çeşitli STK’larda çalıştı. 2004’te LGBTİ bireyler üzerine bir çalışma yapmak için Lambda İstanbul’a gitti ve daha sonra Lambda İstanbul Aktivisti olarak çalıştı. Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD)’nin kurucu üyelerinden olan Çakmak, halen bu derneğin yönetim kurulu üyesi olarak görev almaktadır. Küçük bir kafesi olduğunu belirten Çakmak, Haziran 2015’ten beri CHP Beşiktaş Belediyesi Toplumsal Eşitlik Birimi’nde çalışmalarını sürdürmektedir.

Röportajın Özeti

İnsanların nefret suçu sebebiyle öldürülmelerine dair; nefrete inat yaşasın hayatsloganıyla bir bilboard çalışması yaptık. Bu aslında Türkiye’de bir ilkti. İlk defa bir devlet kurumu, böyle bir farkındalık yaratma çalışması yaptı.

Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı döneminde, HDP, Ağrı’da trans kadın aktivist bir arkadaşımızın posterleriyle birlikte bir seçim sloganı yayınladı ve bu şekilde bilboardlara çıktı. Bu görünürlük açısından çok önemlidir, çünkü Türkiye’de LGBTİ mevzusu tabu bir mevzudur. İnsanlar çekinirler: evet destekliyoruz derler, ama çok da dile getirmezler. Fakat artık daha kararlı bir şekilde insanlar, LGBTİ hak mücadelesinin bir insan hakları mücadelesi olduğunu savunmaya başladılar.

LGBTİ’ler hala nefret söylemlerine ve nefret cinayetlerine maruz kalıyorlar. Bunun tabii ki en önemli sebebi LGBTİ haklarının açık bir şekilde anayasada yer almamasıdır. Bunun sebebi de, devlet hala LGBTİ’leri bir sosyal grup, sizin söylediğiniz gibi dezavantajlı bir grup olarak kabul etmiyor ve öyle dillendirmek de istemiyor.

Nefret ve şiddet ortamlarında en büyük zararı zaten dezavantajlı gruplar görür ve işin en kötü tarafı dezavantajlı grupların uğramış olduğu şiddet de görünmez kılınır.

Herkesin barış mevzusunu konuştuğu bir ortamda, barış derken aklımıza Kürt mevzusu gelir. Ama aslında toplumsal barış dediğimiz şey aslında çok daha geniş bir grubu kapsamalıdır. İster istemez ne yazık ki; Kürtlerin hakları konusu fazlasıyla siyasetçilerin stratejisi haline geldiği ve ancak politik partilerin çıkarları amacıyla desteklendiği ya da desteklenmediği ya da terörist diye insanların hedef gösterildiği için de, bu mevzu bir türlü Kürtlük ekseninden çıkarılıp, tartışılamamaktadır.

Saçma gelecek ama belli durumlarda sokakta dövülme ya da evinde tecavüze uğrama çok lüks bir mevzuymuş gibi de gelebiliyor. Şunu aklımızda tutmamız gerekir: insan haklarının hiyerarşisi yoktur.

Şunu aklımızda tutmamız gerekiyor, ben kendim de bir politikacı olmama rağmen söyleyeceğim şey şudur ki, barış politikası politikacılara bırakılamayacak kadar önemli bir mevzudur. Barış hepimizin öznesi olması gereken bir mesele, çünkü bizim dışımızda gerçekleşen bir konu değil. Çok iyi biliyoruz ki, ülkenin bir yerinde olan bir şey elbette bizi de etkiliyor. O açıdan, hepimiz özneyiz.

Melda Onur’un çok güzel bir lafı vardır: CHP bir amiral gemisi gibidir, burnunu değiştirmesi epey vakit alır, ama değiştirdiği zaman bütün ülkenin gidişatını belirleyebilecek bir güce sahiptir. Bu benim kafamda çok yer eden bir metafordur. CHP gibi tarihi fazlasıyla dolu ve çalkantılı bir partiyi düşündüğümüzde, onun rotasını HDP gibi genç, yeni bir partiyle kıyaslamamız doğru değil.

CHP’ye getirilen eleştirilerden bir tanesi de hep kendi tarihiyle yüzleşememesidir mesela. Bazı eleştirileri fazlasıyla acımasız buluyorum. Fakat iktidar partisinin her şeye hayır dediği noktada sonuçta ana muhalefet partisinin ne kadar etkisi olabiliyorsa, o kadar etkisi oluyor.

Türkiye’de ilk kez eşcinsel olduğunu gizlemeden aday olan ve meclis üyesi olarak seçilen bir kişi var ve bu kişi belediyelerde LGBTİ haklarına yönelik çalışmalar yapıyor. Bu kişinin CHP’li belediyelerde çalışmalar yürüttüğünü de unutmayalım elbette. Demek ki CHP’de böyle bir alan var.

Bu meselede mesela benim ilk karşılaştığım soru eşcinsel evlilik sorusu… oturup sakin sakin meselenin sadece bundan ibaret olmadığını anlatmanız gerekiyor. İnsanlar aileleri tarafından baskı görüyorlar, evlere hapsediliyor, sokakta insanlar tarafından dövülüyorlar, öldürülüyorlar, işyerinde mobbinge uğruyorlar, okulda sürekli aşağılamaya maruz kaldıklarından eğitim ve öğretim hayatlarından mahrum kalıyorlar. Biz burada bir grubun sosyal ve ekonomik haklarından mahrum kalmasından bahsediyoruz aslında. Bunun algılanabilmesi için sürekli dillendirilmesi gerekiyor.

Benim bir siyasetçi olarak görünürlük sorunum yoktu, açık eşcinsel kimliğimle siyasete girmek benim için bir sorun teşkil etmiyordu. Fakat mesela, bu herkes için o kadar kolay değil.  HDP’deki arkadaşımız bu baskının altında ezildi, bu görünürlük sebebinden ötürü çevresinden yeterince destek göremediğini belirtti ve sonunda ülkeden iltica etti. O yüzden 1 Kasım seçimlerinde de hiçbir partinin açık LGBTİ kimlikli bir adayı yotu.

Evet, seçim beyannamesinde muhteşem bir çıkış yaptı, eşcinsel kimliğini gizlemeyen bir adayı da milletvekili adayı olarak son sıradan da olsa gösterdi. Eyvallah. Fakat mesela o adayına saldırılar geldiğinde, HDP kendi içerisinde o adayı sahiplenmiş, korumuş olabilir; ama kamusal ortama baktığınızda sanki HDP o adayı ortada bırakmış gibiydi. Arkasında durmuyor gibiydi. Benim o süreçten tek hatırladığım, Demirtaş’ın eşcinsel evlilik sorusuna yönelik Ben karımla çok mutluyum, teşekkürleresprisi yapmasıydı. Ne olursa olsun seçim beyannamesine baktığınızda bu partiden çok daha güçlü bir çıkış beklersiniz.

1 Kasım’ın gerçek bir seçim olup olmadığını da hala sorguluyoruz. Bu sorgulama çok yoğun bir biçimde yaşandığı için, aşırı derecede bir motivasyon taşımıyor insanlar. 7 Haziran’da büyük bir heves vardı, istek vardı; şimdi biraz yorgunluk var.

Bireysel, bir vatandaş olarak; CHP, HDP, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) koalisyonunun ülkemiz için çok farklı bir deneyim olabileceğini düşünüyorum. Nispeten demokrasiye en yakın deneyimlerimizden biri olabilirdi. Olamadı.

Kendimi partimi eleştirmek için çok zorladığımda bile, açık bir nokta bulamıyorum açıkçası. Başka bir parti liderinetamam sen gel başbakan ol diyebilen bir siyasi partidir CHP. Bu bir siyasi parti için ciddi bir fedakarlıktır.

Röportajın Tam Metni

Öncelikle bize vakit ayırdığınız için çok teşekkürler. Şöyle başlayalım, sizin Türkiye’deki LGBTİ hareketine dair 10 yılı aşkın süredir aktif olarak verdiğiniz emeğe değinerek genel bir soru sormak istiyorum. Bildiğimiz kadarıyla eski Lambda İstanbul Aktivisti ve şimdi de 2011’de kurulmuş Spod isimli bir sosyal politika temelli LGBTİ hakları derneğinin yönetim kurulu üyesisiniz. Son dönemdeki iktidar partisinin politikaları neticesiyle her alanda muhafazakarlığa ve milliyetçiliğe dayalı kutuplaşma hassasiyetleri bir hayli yükseldi. Kutuplaşmaların en çok toplumdaki hali hazırda dezavantajlı grupları etkilediğini düşünürsek; insan merak etmeden duramıyor: LGBTİ’ler ne halde? Yaşamsal alanlarında bir iyileştirme söz konusu mu? Değilse bununla nasıl baş ediyorlar?

İki ileri bir geri gitmeye alışığız biz Türkiye’de. Bu LGBTİ hak ve mücadeleleri için de geçerli bir durum. Çok küçük bir ölçekten anlatacağım ama 2014 yerel seçimleri ile itibariyle düşünelim mesela. Bu seçimlerle birlikte biz iki tane belediyede açık eşcinsel kimliğimizle, Şişli ve Beşiktaş belediyelerinde istihdam edildik. Bizim zaten geliş amacımız belediyelerde LGBTİ hak ve mücadelelerine şekil vermekti. Bir sene içerisinde de belediyelerde birçok çalışmalar yaptık. Biz bile hayret ettik doğrusu.

İnsanların nefret suçu sebebiyle öldürülmelerine dair; ‘nefrete inat yaşasın hayat’ sloganıyla bir bilboard çalışması yaptık. Bu Türkiye’de bir ilkti

Ne gibi çalışmalar yaptınız?

Örneğin, Beşiktaş Belediye Başkanı ile birlikte, LGBTİ aktivistleri olarak, 20 Kasım nefret suçu mağduru trans bireyleri anma gününde bilboardlarda farkındalık yaratma çalışması yaptık. İnsanların nefret suçu sebebiyle öldürülmelerine dair; ‘nefrete inat yaşasın hayat’ sloganıyla bir bilboard çalışması yaptık. Bu aslında Türkiye’de bir ilkti. İlk defa bir devlet kurumu, böyle bir farkındalık yaratma çalışması yaptı. Bu bakımdan çok değerli görüyorum. Yine yakın zamanda Beşiktaş Belediyesi’nde Onur haftası resepsiyonu organize ettik. Bu da bu açıdan bir ilkti. Eşitlik birimleri kurulmaya başlandı. İstanbul’da var olmayan bir şeydi. İstanbul’da Şişli ve Beşiktaş belediyelerinde eşitlik birimleri kurduk. Bu birimlerde belediyelerin vatandaşa yönelik hizmetlerine dair ve belediye çalışanlarına yönelik LGBTİ eğitimleri verdik. LGBTİ bireylerin yaşadığı sıkıntılara, bizim belediyeler olarak bu konuda nasıl sorumluluğumuz olduğuna ve bu konuda nasıl çalışmalar yürütebileceğimize dair çalışmalar yaptık. Yapılan çalışmalar sadece bu iki belediyelerle sınırlı kalmadı.  Sarıyer belediyesinden de Kadıköy Belediyesi’nden de derneklere LGBTİ bireylere yönelik eğitimler için teklifler geliyor.  Bu seneki Onur haftası zamanında CHP’li belediyeler sosyal medyadan Onur haftasına yönelik destek mesajları yayınlamaya başladılar. Açıkçası bu da bir ilkti Türkiye’de. Resmi sosyal medya hesaplarının logolarını gökkuşağı yaptılar, ayrımcılığı kınayan mesajlar yayınladılar. CHP’nin yerelinde böyle gelişmeler olurken tabii Halkların Demokratik Partisi de (HDP) de önemli bir çıkış yaptı. Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı döneminde, HDP Ağrı’da trans kadın aktivist bir arkadaşımızın posterleriyle birlikte bir seçim sloganı yayınladı ve bu şekilde bilboardlara çıktı. Bu görünürlük açısından çok önemlidir, çünkü Türkiye’de LGBTİ mevzusu tabu bir mevzudur. İnsanlar çekinirler: ‘evet destekliyoruz’ derler, ama çok da dile getirmezler. Fakat artık daha kararlı bir şekilde insanlar, LGBTİ hak mücadelesinin bir insan hakları mücadelesi olduğunu savunmaya başladılar. Demirtaş’ın cumhurbaşkanlık seçim kampanyası sonrası, eşcinsel bir arkadaşımız da milletvekili aday listesinde gösterildi. Fakat tam o süreçte hepimizin gördüğümüz üzere Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) HDP’ye yönelik olan saldırılarının bir parçası olarak da LGBTİ’leri hedef almak gibi bir politika da güttü. Yani listelerinde bir eşcinsel var tarzında bir politika idi. İktidar partisi açıkça bunu yapınca da, medya organlarında da LGBTİlere yönelik nefret söylemi ortaya çıktı. Yani bir yandan dediğim gibi güzel gelişmeler olurken, bir yandan da kötü gelişmeler oluyor. LGBTİ’ler hala nefret söylemlerine ve nefret cinayetlerine maruz kalıyorlar. Bunun tabii ki en önemlisi sebebi LGBTİ haklarının açık bir şekilde anayasada yer almamasıdır. Bunun sebebi de, devlet hala LGBTİ’leri bir sosyal grup, sizin söylediğiniz gibi dezavantajlı bir grup olarak kabul etmiyor ve öyle dillendirmek de istemiyor. Bu da elbette bireylerin hayatı üzerinde çok ciddi etkilere sebep oluyor. Ayrıca tam olarak sizin söylediğiniz gibi, nefret ve şiddet ortamlarında en büyük zararı zaten dezavantajlı gruplar görür ve işin en kötü tarafı dezavantajlı grupların uğramış olduğu şiddet de görünmez kılınır. Bu sene mesela Onur yürüyüşümüz on üçüncü yılında olacaktı. Geçtiğimiz 12 yıldır, Türkiye’de çok şaşırtıcı bir biçimde en ufak bir sıkıntı yaşanmamıştı. Ama bu sene valiliğin engellemesi ve polisin aşırı müdahalesiyle sekteye uğradı ve bu bizim için –LGBTİ dernekleri olarak– çok net bir şekilde politik bir mesajdı: ‘siz biraz fazla ileri gidiyorsunuz, haddinizi bilin’ tarzında. Böyle bir ikircikli durumdur. Herkesin barış mevzusunu konuştuğu bir ortamda, barış derken aklımıza Kürt mevzusu gelir. Ama aslında toplumsal barış dediğimiz şey aslında çok daha geniş bir grubu kapsamalıdır. İster istemez ne yazık ki; Kürtlerin hakları konusu fazlasıyla siyasetçilerin stratejisi haline geldiği ve ancak politik partilerin çıkarları amacıyla desteklendiği ya da desteklenmediği ya da terörist diye insanların hedef gösterildiği için de, bu mevzu bir türlü Kürtlük ekseninden çıkarılıp, tartışılamamaktadır. Bu noktada Onur yürüyüşünün durdurulması, engellenmesinden sonra başlayan iki aylık süreçte LGBTİ’lere yönelik çok ciddi sistematik saldırılar oldu. Çünkü devlet böyle yaparsa sokaktaki insan da bundan güç alıyor: ‘nasılsa bir trans öldürdüm, dövdüm ne olacak’  söylemlerinde saldırılara devam ediliyor. Ve bu saldırılar memleketteki gündem aşırı yoğun olduğu için, bir türlü gündeme gelemiyor. Şimdi dezavantajlı grupların sıkıntılarından bir tanesi de budur. Yaşanılan şiddet bir türlü görünür olamaz. Hele hele bizim memleket gibi gündem çok yoğunsa ve her gün üst üste ağır olaylar yaşanıyorsa. Saçma gelecek ama belli durumlarda sokakta dövülme ya da evinde tecavüze uğrama çok lüks bir mevzuymuş gibi de gelebiliyor. Şunu aklımızda tutmamız gerekir: insan haklarının hiyerarşisi yoktur. Öncelikle şunu çözeceğiz gibi bir durum olamaz. Mesela biz, LGBTİ aktivistlerinin sıkça duyduğu bir söylem vardır: bu memlekette daha kadın erkek eşitliği sağlanmamış.Kadın erkek eşitliği LGBTİ haklarının saygı duyulduğu, tanındığı birçok ülkede bile tam olarak sağlanmış değil. O yüzden böyle bir hiyerarşi kuramayız. Onun yerine, demokrasiden de benim anladığım şudur ki, hepsini bir bütün halinde düşünmeliyiz, çünkü bir tanesi diğerinden aşağı değil.Sonuçta burda derdimiz sağlıklı, mutlu, huzurlu bir insan çünkü bu insanlar sağlıklı, mutlu, huzurlu bir toplum oluşturuyor.

HDP’nin ve CHP’nin hem kuruluş yapıları hem de dinamikleri çok farklıdır

Pekiyi, HDP mevzusundan bahsederken; CHP’nin HDP ile yakınlaştığı ve uzaklaştığı noktalar nelerdir? Örneğin iç güvenlik yasa tasarısında birlikte mecliste muhalefet ettiler. Aralarındaki mesafeler ve yakınlıklar üzerinden bize iki partinin dinamiklerini ve ayrıştığı noktaları özetleyebilir misiniz? Örneğin Cizre’ye barış yürüyüşü çağrısında fazlasıyla ayrı düştüler gibi geldi.

Evet, doğru. Bölgedeki gelişmeleri izlemek üzere bir heyet görevlendirildi Genel Başkan tarafından. O heyet gidip incelemelerini yaptı ama dediğiniz gibi belli durumlarda ayrı düşüyor tabii. Şunu aklımızda tutmamız gerekiyor, ben kendim de bir politikacı olmama rağmen söyleyeceğim şey şudur ki, barış politikası politikacılara bırakılamayacak kadar önemli bir mevzudur. Barış hepimizin öznesi olması gereken bir mesele, çünkü bizim dışımızda gerçekleşen bir konu değil. Çok iyi biliyoruz ki, ülkenin bir yerinde olan bir şey elbette bizi de etkiliyor. O açıdan, hepimiz özneyiz. Cizredeki mevzuda, sivil toplumun işin içerisinde olması beni bir nebze rahatlatan bir konu.

CHP-HDP ilişkisine gelince, unutmamamız gerekir ki, bu ikisi de birer siyasi partidir. Siyasi partilerin çok daha kısıtlandığı alanlar vardır. Bence siyasi partilerden, sivil toplumdan beklediğimizi beklememeliyiz. Yeri geldiğinde tabii ki beraber olunur, yeri geldiğinde de farklı stratejiler uygulanır. Bunlar o partinin hem iç dinamiklerine hem de seçmenle olan ilişkisine bağlıdır. Sonuçta bir siyasi partinin amacı iktidar olmaktır. Siyasi partilerden umut beslediğimizde bu basit ve temel gerçeği düşünmeliyiz. Benim için esas önemli olan şey, bizim artık pasif vatandaşlıktan çıkıp aktif vatandaşlığa geçmemiz gerekliliğidir. Sürekli bir kurtarıcı beklemektense, –tabii şimdi aktivist olunca daha kolay söylüyorum– hepimizin birer birey olduğunu kabul edip, elimizden geldiğince vicdanımızı yaralayan konularda ya aktif bir şekilde siyasi partilere istediğimiz şekilde davranmaları için zorlamalı ya da bir sivil toplum örgütüyle birlikte vicdanımız rahat bir şekilde hareket etmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii kendi geçimini gerçekleştirme, ailesine, çocuğuna bakmak zorunda olan insanların durumunun o kadar da kolay olmadığını farkında olarak söylüyorum; herkesin sokaklara dökülmesini beklemenin de bir haksızlık olduğunun farkındayım.

CHP ve HDP nin bir araya geldiği, ortak konular aslında çok da sınırlı değil. Mesela LGBTİ hakları alanlarında her zaman CHP ve HDP milletvekilleri bir araya geldi. Zaten LGBTİ hak mevzusu tüm partilerin sorumluluğu altındadır. Şu zamana kadar mecliste LGBTİ’lere yönelik az bir çalışma olmuştur, ancak 2011’den sonra yoğunlaşan bir süreç vardır. Bütün gördüğümüz o süreçte de, CHP ve HDP milletvekilleri bir aradaydı. Bir örnek vereyim: Gezi zamanı 2013 yılında, CHP milletvekili Binnaz Toprak LGBTİ sorunlarına yönelik meclis araştırma komisyonu kurulması için bir önerge veriyor ve bu önerge çoğunluk oyuyla elbette reddedilse de, bu önerge o dönem Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekilleri tarafından da savunuluyordu. Onlar da LGBTİ hakları yönünde bir adım atılması gerektiğini ifade etmişlerdi. Böyle belli hayati mevzularda bir araya geliyorlar. Her ne kadar benim partim eleştirilse de, unutmamak gerekir ki, bu iki parti de aslında sol kanatta yer alır. Sol ideolojileri iki partinin de mayasında var. O yüzden belli konularda bir araya gelmelerinden, belli konularda ise ayrışmalarından daha doğal bir şey yoktur çünkü ikisinin de kuruluş yapıları ve dinamikleri çok farklıdır.

CHP bir amiral gemisi gibidir, burnunu değiştirmesi epey vakit alır, ama değiştirdiği zaman bütün ülkenin gidişatını belirleyebilecek bir güce sahiptir

En çok hangi konularda ayrıştıklarını düşünüyorsunuz? Örneğin Kürt meselesi?

Kürt mücadelesiyle ilgili bile çok ayrıştıklarını söylemek ne kadar doğru bilmiyorum. CHP’nin en çok eleştirilen yönlerinden bir tanesi; ‘sizin çözüm sürecine yönelik somut bir adımınız, planınız yok’ mevzusudur. Halbuki Genel Başkan, çözüm süreci her zaman şeffaf, açık bir şekilde meclis çatısı altında konuşulmalıdır demiştir. Bunun muhattapları da siyasi partilerdir. Siyasi partiler giderler, istedikleri gruplarla örgütlerle görüşürler. ama bütün konuşmaların meclis çatısı altında olması gerektiğini ifade eder. Açıkçası buna ben de katılıyorum. Eğer biz parlamenter bakış açısına sahipsek, bunu savunmalıyız. Keza, Demirtaş’ın söylemlerine baktığımızda da, bu konuda bir farklılık olmadığını görüyoruz. Yani aslında ben iki parti arasında Kürt mevzusuyla da ilgili 180 derece terslikler olduğunu düşünmüyorum. Bizims partimizde sadece belli belirsiz birtakım alanlar var. Bu alanların biraz daha somutlaştırılması gerektiğine inanıyorum ama belki de bu kendiliğinden ileride olacaktır. Tabii iki partinin hedefleri açısından konuşuyorum, yapılarına yönelik değil. CHP’nin şu zamanki dönemlerini 2000’lerin başındaki CHP ile kıyaslayamayız bile. Şu an çok daha uzlaşmaya, daha anlamaya yönelik bir tavır almış durumdadır. Bu yüzden beni mutlu etmektedir. Melda Onur’un çok güzel bir lafı vardır: “CHP bir amiral gemisi gibidir, burnunu değiştirmesi epey vakit alır, ama değiştirdiği zaman bütün ülkenin gidişatını belirleyebilecek bir güce sahiptir.” Bu benim kafamda çok yer eden bir metafordur. CHP gibi tarihi fazlasıyla dolu ve çalkantılı bir partiyi düşündüğümüzde, onun rotasını HDP gibi genç, yeni bir partiyle kıyaslamamız doğru değil. Kaldı ki parti kıyaslamanın da doğru olduğunu düşünmüyorum. CHP’ye getirilen eleştirilerden bir tanesi de hep kendi tarihiyle yüzleşememesidir mesela. Bazı eleştirileri fazlasıyla acımasız buluyorum. Fakat iktidar partisinin her şeye hayır dediği noktada sonuçta ana muhalefet partisinin ne kadar etkisi olabiliyorsa, o kadar etkisi oluyor. Tarihle yüzleşme mevzusunun ben barışı sağlayabilmek için de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Biz barış, dediğimizde çatışmasızlık olarak algılanmamalı, AKP iktidarında ateşkes döneminin ne kadar kırılgan olduğunu gördük, aslında o barış süreci değilmiş. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi de, yurtdışındaki gibi hakikati araştırma komisyonu gibi kurumların kurulmamasıdır. Toplumsal barışın gerçekten sağlanabilmesi için gerekli bazı insanların bu çatışma ortamını yaratan kişi ve kurumların, objektif ve hukuki cezalandırması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü siz cezalandırmayınca ne oluyor mesela, az önce bahsettiğim gibi valilik Onur yürüyüşünü yasaklıyor, vatandaş da gidip LGBTİ’leri dövüyor. Bunun gibi bir süreçten bahsediyorum, çünkü herkes yaptığının yanına kar kaldığını düşündüğü bir ülkede yaşayınca, herkes bildiğini okumaya devam ediyor. Bu sebepten yargılanma mevzusunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sadece yargılanma değil elbette, bunun belli süreçleri var; özür dileme, tekrar etmemek için yeni stratejiler geliştirme gibi. Biz böyle bir süreci ne yazık ki yaşamadık. Biz sadece ateşkes gördük. Esas barışın sağlanabilmesi için böyle bir sürecin yaşanması gerekiyor. Biz bunu bu ülkede bir noktada başlatabildiğimiz takdirde, ben bunun tüm yüzleşmelere yansıyabileceğini düşünüyorum. Şöyle demek istiyorum: çözüm süreci üzerinden, gerçekleri araştırma komisyonu kurulup, gerçek toplumsal barışın tesis edilebilmesi için stratejiler ürettiğimiz takdirde, bunun bu ülkede yapılabileceğini gördüğümüz takdirde bu çözülmenin siyasi partilere de sirayet edebileceğini düşünüyorum. Siyasi partiler de kendi üzerlerine düşeni yapacaktır.

Mesela hangi sorunlar?

6-7 Eylül, Dersim mevzusu, Maraş mevzusu vb. Bunları çoğaltabiliriz. Bizim memlekette travmalar bitmiyor. Herkesin hemfikir olduğu 80 darbesi hakkında bile yüzleşemedik hala. Ve yüzleşemeden de sorumlu kişi öldü. Bütün partilerin hemfikir olduğu bir mevzuda bile böyle bir yüzleşme sağlanamıyorsa, bunun tek bir siyasi parti tarafından yapılmasını beklemenin haksızlık olduğunu düşünüyorum. Biz önce hep birlikte ülke olarak yapalım ki, ondan sonra siyasi partilerden tek tek bir şeyler bekleyelim.

 

Unutmamalı ki, Türkiye’de ilk kez eşcinsel olduğunu gizlemeden aday olan ve meclis üyesi olarak seçilen bir kişi vardır, o da CHP’lidir

Biraz CHP’nin LGBTİ ve insan hakları politikalarından bahsedelim isterseniz. Bildiğim kadarıyla en son Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği Başkanı Kemal Ördeke Ankara’daki evinde yapılan saldırı meclise taşındı. Bu ve bunun gibi olayların mecliste takipçisi oluyor mu? İnsan hakları ihlallerine karşılık yapıcı çözümler öneriyor mu CHP?

LGBTİ hareketi 1990’ların başında başladı. Bizim ne yazık ki CHP ile ilişkilenmemiz çok yeni bir zamana denk geliyor. Ancak 2009’dan sonra CHPlilere ulaşabilmeye başladık. Ondan öncesinde belediyelere gittiğimizde ya da milletvekillerine ulaşmak istediğimizde hep kapı duvar olmuştu. 2009 ile birlikte yeni bir CHP uyanışıyla gerçekten de bir değişim oldu. Belli milletvekillerinin, örneğin Melda Onur, Binnaz Toprak, Aykan Erdemir, Sezgin Tanrıkulu, Gürsel Tekin, Aylin Nazlıaka gibi, bireysel kendi emekleriyle bu LGBTİ mevzuları partiye taşınmış oldu. Hala henüz partinin resmi bir stratejisini oluşturmuyor LGBTİ hakları. Bunu eksik bir nokta olarak görüyorum. Mesela partinin nasıl gençlere, kadınlara, engellilere yönelik çeşitli stratejileri ve çalışmaları varsa; LGBTİ’lerin bu tarz bir grup olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum. Ama bir aktivist olarak tabii, bu gibi süreçlerin çok kısa bir zamanda olamayacağını biliyorum. Hele ki CHP gibi değişmesi zaman alan bir parti için, bu süreçlerin biraz daha zaman içerisinde gerçekleşebileceğini düşünüyorum. Ama LGBTİ derneklerine de çok fazla iş düşüyor. Her şeyi siyasi partilerden beklemeyelim, siyasi partileri biz zorlayalım, ya da sivil toplum kuruluşlarını biz zorlayalım. Sivil toplum derneklerinin çok daha fazla partilerle ilişkilendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama yinede Türkiye’de ilk kez eşcinsel olduğunu gizlemeden aday olan ve meclis üyesi olarak seçilen bir kişi var ve bu kişi belediyelerde LGBTİ haklarına yönelik çalışmalar yapıyor. Bu kişinin CHP’li belediyelerde çalışmalar yürüttüğünü de unutmayalım elbette. Demek ki CHP’de böyle bir alan var. Sadece bu alan açma potansiyelinin LGBTİ’ler ve LGBTİ dernekleri tarafından daha da itilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu böyledir. Ben bu konunun öznesi olduğum için neyin nasıl yapılması gerektiğini çok daha iyi bilirim. Konunun öznelerinin işleri, stratejileri oluşturuyor olması çok önemlidir. Çünkü konunun öznesi olmayan kişiler stratejileri oluşturursa, çok daha ihtiyaçlara uygun olmuyor. Bu şu demek değildir elbette; LGBTİ hakları sadece LGBTİ’ler tarafından savunulur demek istemiyorum. Lakin LGBTİ hakları o kadar tabu bir mevzu olduğu ve konuşulmadığı için çok fazla önyargılardan, duyumlardan, tabulardan kaynaklanan sorunlar var. Bu meselede mesela benim ilk karşılaştığım soru eşcinsel evlilik sorusu… oturup sakin sakin meselenin sadece bundan ibaret olmadığını anlatmanız gerekiyor. İnsanlar aileleri tarafından baskı görüyorlar, evlere hapsediliyor, sokakta insanlar tarafından dövülüyorlar, öldürülüyorlar, işyerinde mobbinge uğruyorlar, okulda sürekli aşağılamaya maruz kaldıklarından eğitim ve öğretim hayatlarından mahrum kalıyorlar. Biz burada bir grubun sosyal ve ekonomik haklarından mahrum kalmasından bahsediyoruz aslında. Bunun algılanabilmesi için sürekli dillendirilmesi gerekiyor. Ben açıkçası bu açıdan partimden umutluyum. Ben meclis üyesi adayı olduğumda benim için önemli olan şey de buydu: partim acaba bana bir alan açabilir mi sorusu; çünkü en önemli geçmeniz gereken sınır budur. AKP ve Milliyetçi Hareket Partisi’nde (MHP) bu sınır mesela kapı duvardır çünkü parti politikamız buna izin vermiyor derler. Ama CHP öyle değil. Buyrun gelin arkadaşlar, gündemlerinizi de getirin yaklaşımı oldu. Bundan sonra işin büyük kısmı da açık kimliğiyle, siyasetle ilgilenmek isteyen aktivistlere kalıyor.

Tam da bu noktada, CHP’ye katılım sürecinizi merak etmekteydim. Neden HDP değil de CHP? Seçimler öncesinde sizin için kendinize CHP İl Meclis Üyesi adayı unvanını kazandıracak etken ne olmuştu?

Benim açıdan önemli olan şuydu: CHP’de LGBTİ çalışmaları çok düşük düzeydeydi, HDP’de bu türlü çalışmalar zaten vardı ve gidip emek veren birçok aktivist arkadaşımız bulunuyordu. Bunun herkese karşı yapılan bir haksızlık olduğunu düşünüyorum; hem partinin eksikliği hem de Türkiye’de yaşayan LGBTİ’lerin de çok büyük bir eksikliği. Sonuçta biz burada ana muhalefet partisinden bahsediyoruz. Tarihsel önemi olan, son derece köklü bir geçmişi olan bir partiden bahsediyoruz. Negatif ya da pozitif, herkesin CHP ile ilgili bir bağı, duygu durumu vardır. Bu ülkede kimse CHP hakkında hiçbir şey bilmiyorum ya da düşünmüyorum diyemez. Bu kadar bizim hayatımızda etkili partinin LGBTİ politikaları için çalışmaması açıkçası benim içimi sızlattı. Bu sebeple buradan aday oldum. İster istemez düşündüğüm şeylerden bir tanesi de şuydu ki, aday olmayı sadece sadece görünür olmak için deği –ki görünürlük gerçekten önemli bir mevzudur–, ama hareketin (Onur yürüyüşü geçen sene 80.000 kişiye ulaşmıştır) geldiği noktanın görünürlük ötesine geçmesini istediğim için CHP’nin de bu olanağı bana sunabilecek tek İstanbul belediyesi olduğunu düşünmüştüm. Kendi içimde karar verdikten sonra da bütün dernekteki arkadaşlarıma sordum. Hepsi için yeni bir şeydi. Bireyler değil ama dernekteki aktivistler için doğruyu söylemek gerekirse CHP’ye yönelik çok büyük hayal kırıklıkları vardır; çünkü partiden çok büyük beklentileri vardır ama kimse de elini taşın altına koymaz. O yüzden ben arkadaşlarıma sorduğumda, tepkileri ben yapmam ama biri yaparsa da desteklerim olmuştu. Tabii 2014 öncesi dönemi söylüyorum size şu an. İnsanlar benim ve Boysan’ın meclis üyesi adaylığının belediyede bu kadar somut işlere yol açabileceğine ve hatta ikimizden birinin meclis üyeliğiyle sonuçlanabileceğine inanmıyorlardı. Böyle bir gerçekliğe inanmıyorlardı. Şimdi insanlara bir cesaret geldi. Daha fazla arkadaşım Sedef ben de siyasete girmek istiyorum, ne yapmalıyım diye soruyor. Biz de hareket olarak öğrenilmiş çaresizliğimizden, umutsuzluğumdan çıkıp böyle şeyler de yapılabiliyormuş, iyi şeyler de olabiliyormuş düşüncesine geçiş yapıyoruz galiba artık.

LGBTİ bireylerin çoğu CHP seçmenidir

Parti içi kota meselesine nasıl bakıyorsunuz? Partilerde genç, kadın ve LGBTİ kotası olmalı mıdır sizce? Mesela kadın ve gençlik kolları gibi LGBTİ kolları kurulabilir mi?

Ne yazık ki CHP’ye gençlerin ve kadınların katılımı konusunda sıkıntılar var. Ama bu sıkıntıların tek sorumlusu partinin yapısı değil. Bu çift taraflı bir şeydir. Ne yazık ki biz, kadınlar olarak iki kat daha fazla çalışmak zorundayız; bu bir gerçeklik zaten ve maalesef çok yakın bir zamanda da dünyanın hiçbir yerinde değişmeyecek. Bu ön kabulle birlikte siyasete girmek için sınırları daha fazla zorlamalıyız. Bunu teşvik etmek için partiler belli stratejiler uyguluyor mesela dediğiniz gibi kota yapıyor ya da Genel Başkan’ın uyguladığı güzel bir strateji olarak, ilk sıralara kadın yerleştirmek de olabiliyor. Bu biraz da hem parti içinde hem de seçmen gençlerin ve kadınların bastırmasıyla olabilecek bir şey. LGBTİ’lerden çok büyük bir çoğunluk CHP’ye oy veriyor. Bununla ilgili elimizde istatistikler çok fazla değil ama bir tane istatistik LGBTİ bireylerin çoğunluğunun CHP seçmeni olduğunu gösteriyor. Ama pasif seçmen olarak kalmayıp bireylerin siyasete girmesi çok önemli. Çünkü ancak o zaman doğrudan şu yapılmalı, bu yapılmalı diyebileceğiniz bir alanda olabiliyorsunuz.

Onun dışında, kota mevzusu hala LGBTİ dernekleri arasında bile tartışılan bir şey, o yüzden benim verecek net bir cevabım yok. Siyasi partilere katılım, siyasi temsil mevzusu bile hala LGBTİ hareketi için çok yeni bir şey Türkiye’de. 2014’ten beri başlayan bir tartışma sürecinden bahsediyorum, çok yeni bir mevzu. Ondan öncesinde de açık trans kimliğiyle aday olan arkadaşlar vardı ama bunlar hep görünürlük için yapılıyordu, siyasi temsiliyet kaygısı gütmüyordu. Dolayısıyla hareket de henüz kendi içerisinde kendi stratejisini, siyasi partilerle nasıl ilişkilenmesi gerektiğini de geliştiremedi. Bu da zaman alacaktır. Kota sorusu benim de kafamda soru işareti bu yüzden. Bir yandan da çok zor bir uygulama, yani nasıl bir kota koyacaksınız; LGBTİ kotası mı diyeceksiniz, bunu kişinin beyanına dayalı olarak mı algılayacaksınız, her LGBTİ adayı sadece LGBTİ olduğu için mi aday göstereceksiniz gib çok dallanıp budaklanan şeyler var. Ama ben onun yerine başlangıç stratejisi olarak siyasi partilerin LGBTİleri unutmayan bir yerden başlaması gerektiğini düşünüyorum. En basitinden çok klişe bir parti sloganında bile ‘kadınlarımız, gençlerimiz, işsizlerimiz’ vs. derken LGBTİlerimiz de diyebilir. Bu bir parti için hiçbir şekilde kayıp değildir. Bakınız HDP koskoca LGBTİ afişleri astı, onca saldırılara rağmen ayakta kaldı, barajı geçti. Yurtdışındaki muhafazakar ülkelerde de bu böyledir. Bu konuda partinin kaybedeceği hiçbir oy olmaz. Çünkü seçmen davranışlarında da sosyolojik gerçeklik olarak böyle bir şey yoktur. Ama bunun karşılığında o partinin inanılmaz bir dönüşü olacaktır. Kendi kimliğini hala kabullenememiş, ya da kimliğini kabullenmiş ama hala ailesine kendini kimliğini kabullendirmek isteyen, hala bana bey demeyin, bayan deyin diyen, ya da evlenmeyeceğim çünkü eşcinselim diyen, her gün tekrar tekrar çevresine bunu söylemek zorunda kalan bir grubun arasında inanılmaz şekilde etkili olacaktır. Bu bir partinin ben sizi tanıyorum demesi, başlangıç noktası olmalıdır. Biz modern bir partiyiz kapımız herkese açıktır demek yerine, biz LGBTİ’lerin sosyoekonomik sorunlarına önem veriyoruz demek gerektiğini düşünüyorum. Önce kollar açılsın ki, sonra hep birlikte görünürlük ve temsiliyet için strateji düşünürüz.

Demirtaş’ın eşcinsel evlilik sorusuna yönelik Ben karımla çok mutluyum, teşekkürler esprisinden öte, HDP, LGBTİ adayını kamusal alanda daha fazla sahiplenmeliydi

Biraz daha net olunmalı yani?

Sadece net değil ama tutarlı da olunmalı. Yine HDP üzerinden gidelim. Evet, seçim beyannamesinde muhteşem bir çıkış yaptı, eşcinsel kimliğini gizlemeyen bir adayı da milletvekili adayı olarak son sıradan da olsa gösterdi. Eyvallah. Fakat mesela o adayına saldırılar geldiğinde, HDP kendi içerisinde o adayı sahiplenmiş, korumuş olabilir; ama kamusal ortama baktığınızda sanki HDP o adayı ortada bırakmış gibiydi. Arkasında durmuyor gibiydi. Benim o süreçten tek hatırladığım, Demirtaş’ın eşcinsel evlilik sorusuna yönelik ‘Ben karımla çok mutluyum, teşekkürler’ esprisi yapmasıydı. Ne olursa olsun seçim beyannamesine baktığınızda bu partiden çok daha güçlü bir çıkış beklersiniz. Espriyle geçiştirme değil daha güçlü bir şekilde ‘nolmuş kardeşim’ çıkışı beklersiniz ve bekleniyordu da. Haydi kendi partimi kayırmayayım, kendi partim için de aynısını söyleyeyim. Yine seçim öncesinde zaten CHP’nin beyannamesinde LGBTİ’lerle ilgili kısım HDP’ye nazaran çok küçüktü, sadece İstanbul özelinde ayrımcılıkla mücadele edilecek cümlesi vardı. Orada da yine genel başkana bir soru sorulmuştu, yine elbette eşcinsel evlilik sorusu idi (!). Bir sosyal medya videosuna atıfta bulunarak ‘kimsenin hayatına herkes karışamaz’ gibi bir espri yapmıştı. Dediğim gibi partilerden beklentiler yüksek, ama bir yandan da gerçekçi olmalıyız; biz, konunun özneleri konunun içerisine girmeden strateji geliştirmek hem gerçekçi değil de hem de yanlıştır.

Pekiyi, temsiliyete geri dönmek istiyorum. Türkiyede ataerkillik toplumun adeta her bir hücresine nüfuz etmiş haldedir ve bu yakın gelecek içerisinde değişecek gibi durmuyor. Bu şartlar altında iç siyasette LGBTİ lerin temsiliyet durumunu 7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrası olarak değerlendirebilir misiniz?

2014’te başlayan tartışmalarla, LGBTİ’ler arasında da siyasi temsiliyetin nasıl olması gerektiği konusunda henüz bir uzlaşı sağlanmadı. İki zıt argüman var: bir grup der ki, bir kişinin LGBTİ olması beni temsil ettiği anlamına gelmez, diğer grup da siz deli misiniz insanlar kimliklerini saklayarak yaşamak zorundayken, seçilmiş bir pozisyondaki bir insanın ben eşcinselim, ben transım demesinin ne kadar güçlendirici bir etkisinin olduğunu göremiyor musunuz diyor. İkisi de kendi açısından doğru. Bu sebeple siyasi temsil mevzusu tam çözülebilmiş bir şey değil. Ama mesela Spod LGBTİ derneği, LGBTİlerin daha fazla ilgi göstermesi için siyaset okulları düzenliyor, eğitimler düzenliyor, kampanyalar düzenliyor; böyle çabalar da var. Birazcık kendi deneyimimden de yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki, bir insanın zaten eşcinsel olduğunu kabul edip çevresine de kabul ettirip huzurlu yaşayabilmesi zaman alan ve hatta bazen de imkansız bir süreçtir. Bazen ailenizi ya da yaşadığınız yeri terk etmek durumunda kalabilirsiniz. Ben 11 yıldır bu işin içerisindeyim, hayatımı buna adadım. Ben zaten dernek çalışmalarında da, yürüyüşlerde de basın önüne çıkıyordum, konuşmalar yapıyor ve televizyonlarda röportaj veriyordum. Yani siyasetçi olarak görünürlük sorunum yoktu, açık eşcinsel kimliğimle siyasete girmek benim için bir sorun teşkil etmiyordu. Fakat mesela bu herkes için bu kadar kolay değil.  HDP’deki arkadaşımız bu baskının altında ezildi, bu görünürlük sebebinden ötürü çevresinden yeterince destek göremediğini belirtti ve sonunda iltica etti. O yüzden 1 Kasım seçimlerinde de hiçbir partinin açık LGBTİ kimlikli bir adayı yoktu. Zor bir süreçten bahsediyoruz. Bir sürü baskıyla karşılaşıyorsunuz. Sivil toplumdaki anlayışla bir siyasi parti üyesinin çalışma anlayışları çok farklı olabiliyor. Ayrıca çok şaşıracaksınız ama LGBTİ birinin siyasete girmesindeki en büyük sıkıntı para mevzusudur. Bütün adaylığınız süresince eğer kendinizi geçindirecek kendinize ait bir işiniz yoksa, kampanya yürütebilecek boş zamanınız da yoksa ve yani daha siyasete vakit ayırırken nispeten kendinizi idame ettirebilecek bir ekonomik durumunuz yoksa işiniz fazlasıyla çok zorlaşıyor. Kendi adaylık sürecimde mesela sık sık Ankara’ya gittim, broşürler basıldı, bazen insanları davetlere çağırdım vb bu koşuşturmaların hepsi para gerektiren durumlardır. Biz mesela bunu meclis üyesi adayı olan üç arkadaş olarak çok acı bir şekilde gördük. Üçümüz bir takım olarak çalışıyorduk. Kendi adaylığımız süresince iki arkadaşımız da işsizdi. O dönem benim küçük cafe-bar işletmemden gelen çok az paramla hatta beş parasız idare etmeye çalıştık. Zaten o süreçte biraz daha paramız olsaydı daha ne kadar büyük, etkili işler yapabileceğimizi anladık. Siyaset ne yazık ki böyle bir şey.

Sponsorluk bulamadınız mı mesela? Hali vakti yerinde LGBTİ’ler de var Türkiye’de?

O dönemde alamadık ne yazık ki. Bu biraz da o dönemin özgünlüğüyle alakalı bir durum. Bilmediğimiz sulara açılıyorduk, hem meclis üyesi adayı oluyorduk, hem de CHP’den oluyorduk. İki tana bilinmeyen suya yelken açmıştık. İnsanlar hem başaramayacağımızı düşünüyorlardı, hem de başarsak da ne yapacağımızı, nasıl bir geri dönüş alacaklarını hayal edemediklerinden desteklemiyorlardı. Ama son seçimlerde kendimizi kanıtladığımızı düşünüyorum. Belediyelerin aslında LGBTİlerin hayatını kolaylaştırmada ne kadar önemli birer kurum olabileceklerini kanıtladık. O yüzden ben inanıyorum ki, hani bütün cefayı ilk adım atanların çekmesi gibi, biz çok çalıştık ama bundan sonraki sürecin meclis adayı arkadaşlar için daha kolay olacağını, hem de madden ve manen daha kolay sahipleneceklerini düşünüyorum.

O halde 1 Kasım’ı nasıl gözlemlediniz?

1 Kasım geçiş süreci gibi oldu. 1 Kasım’ın gerçek bir seçim olup olmadığı bile hala tartışmalı. Bu seçimlerde değil ama sonrasındaki genel ve yerel seçimlerde temsiliyet artabilir. Bu seçim için gündem çok yoğundu, hem hareket olarak hazırlanabilmek hem de adayları hazırlamak için yeterli vaktimiz olmadı. Ayrıca hala dediğim gibi 1 Kasım’ın gerçek bir seçim olup olmadığını da sorguluyoruz. Bu sorgulama çok yoğun bir biçimde yaşandığı için, aşırı derecede bir motivasyon taşımıyor insanlar. 7 Haziran’da büyük bir heves vardı, istek vardı şimdi biraz yorgunluk var. 7 Haziran’da LGBTİ dostu milletvekili adayları sözleşmesi diye bir sözleşme hazırlamıştı Spod derneği, şimdi aynı sözleşmeyi bu kampanya için de yapacak mıyız dediğimizde herkes birbirine boş boş bakıyor. Şu birkaç aylık süreçte memleket tüm enerjimizi çekti. Sonraki yıllarda daha ciddi siyasi adımlar atılabileceğine inanıyorum. Sizinle gelecek dönemdeki seçimlerde tekrar röportaj yapıp, o zaman karşılaştırırız.

Bir CHP’li gözünden sizce koalisyon dönemi neden başarılı olamadı? Başta bir anda yükselen terör olayları, MHP’nin çıkışları ve Çözüm Süreci’nin rafa kaldırılması olmak üzere erken seçime giden dinamikler nasıl oluştu, CHP açısından nasıl yönlendirilmeliydi?

Başlıca sebebi iktidar partisinin her şeyi sürüncemede bırakması olarak görüyorum. Hem iktidar partisinin erken seçim istemesini hem de erken seçim isteme motivasyonunu da cumhurbaşkanı vasıtasıyla çok güzel ortaya koyduğu için bunun partiler üzerinde de çok fazla etkisi olduğunu düşünüyorum. MHP’nin de, bir muhalefet partisi olarak halkı hayal kırklığına uğrattığını düşünüyorum. MHP’nin ‘başka bir siyasi partiyle aynı masaya oturmam bile’ diyerek bir çıkış yapmasını, çok klişe olacak ama gerçekten tam bir talihsizlik olarak yorumluyorum. Bir siyasi partiyi reddetmek bana pek de doğru gelmiyor açıkçası. Bu süreçte CHP’nin çok akıllıca, çok uzlaşmacı bir süreç yürüttüğüne inanıyorum. Kendimi partimi eleştirmek için çok zorladığımda bile, açık bir nokta bulamıyorum açıkçası. Başka bir parti liderine ‘tamam sen gel başbakan ol’ diyebilen bir siyasi partidir CHP. Bu bir siyasi parti için ciddi bir fedakarlıktır. Bunun bile söylendiği ortamda hala karşı taraf ‘hayır efendim, ben x partisini tanımam’ demekteydi. Bu çok ayan beyan ortada olan bir durumdu: süreci tıkayanlar MHP ve AKP oldu.

CHP, HDP, MHP koalisyonu bizi demokrasiye yaklaştırabilir

Pekiyi CHP gerçekten yapabileceğinin en iyisini yaptı mı sizce? Yoksa başka stratejiler de geliştirilinebilir miydi?

Ben öyle olduğuna inanıyorum. Hem gerçekçi olarak düşündüğünüzde hem de parti içi dinamikleri düşündüğünüzde, hem de ilkesinden taviz vermeyen ama aynı zamanda uzlaşmacı gözüken, parti çıkarından önce ülke çıkarını düşünen bir tavır sergilediğini düşünüyorum. CHP’nin içine çekilmeye çalışılan pozisyonları da belli, çok zor pozisyonlardı. Hangi koalisyon formülü olursa olsun tüm siyasi partiler için çok zorlayıcı pozisyonlar olacaktı onlar. Bireysel, bir vatandaş olarak; CHP, HDP, MHP koalisyonunun ülkemiz için çok farklı bir deneyim olabileceğini düşünüyorum. Nispeten demokrasiye en yakın deneyimlerimizden biri olabilirdi. HDP’nin baraj altında kalacağını hiç zannetmiyorum. Yüksek bir yüzdeyle zaten meclise girdiğini Haziran seçiminde gördük.

Şiddet söyleminden bahsetmişken, çözüm sürecine ilişkin CHP’nin ajandasında ne bulunuyor? Cumhurbaşkanı ve AKP süreci ‘buzdolabına kaldırdığını’ ilan ederken CHP seçimler sonrasında nasıl bir yol izleyecek?

Açık ve net bir şekilde şunlar, şunlar yapılacak diye adım adım belirlenmiş bir stratejisi yok CHP’nin. Ama Genel Başkan’ın sürekli üstüne basa basa söylediği şey: bu konu mecliste çözülmeli. Bu konuda mecliste çözümüne yönelik herhangi bir partiden ortaya atılan fikrin CHP tarafından değerlendiriliceğine ve onlarla koordineli biçimde adımlar atılacağına ben inanıyorum. Rafa kaldırmak zaten söz konusu bile olamaz. Ama sanırım diğer partilerin önerilerini dinleyip, ona göre bir adım atma eğilimi olacaktır. CHP bu konuda kendisi insiyatif almaktansa, başka partilerin önerilerini dinleyip ona göre bir seçim yapacaktır diye bir inancım var.

Pekiyi bunun sebebi ne sizce? Diğer partilere baktığımızda MHP, AKP ve HDP’nin net cevaplarını duyuyoruz. Neden somut bir strateji paylaşmıyor CHP?

Parti içi yapısı ve seçmenleriyle olan ilişkileri sebebiyle çekimser kalıyor. Henüz bu mevzuyu daha geniş parti organları içerisinde tartışıp bir strateji geliştirebileceği bir imkanı yok. Partinin yapısı sebebiyle bu sıkıntının oluştuğunu düşünüyorum.

Yine gündemdeki bir konu olarak, kıyı şeritlerimizde inanılmaz bir hızda artan insan kaçakçılığı ve Edirne’de henüz patlak veren büyük protestolar sonrası, Türkiye’nin Suriyeli mültecileri karşılama, yerleştirme ve topluma entegrasyon sorunları hakkında ne düşünüyorsunuz? CHP’nin bu konudaki çözüm önerisi nedir? 

Bu sorunun kaynak problemini çözelim şeklinde bir çıkışı var genel başkanının. Ne bu sorunun kaynak problemi? Suriye’deki savaş. Buna katılıyorum, değerli ve önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii ki öncelikle savaş koşullarının bitmesi gerekiyor ki insanlar kendi ülkelerinde huzurlu yaşayabilsin. Ama şu anda içerisinde bulunduğumuz konum, o noktayı fazlasıyla geçti. Yıllardır CHP bunun dile getiriyor, kontrolsüz göç alıyoruz. CHP elbette Türkiye’nin bir partisi olarak, kendi sınırları içerisindeki olan bitene bakıyor. Bu konuda eleştiriler fazlasıyla yapıldı. Bence şu süreçten sonra, çok daha uluslararası kamuoyu ve kurumları da içerisine alarak, onları zorlayarak da bir strateji oluşturulmalı. Çünkü mülteci mevzusu bir ülkenin kendi başına çözebileceği bir sorun değil. Kaldı ki böylesine geniş kapsamlı ve uluslararası ayağı olan bir konuyu bir ülkenin kendi başına çözmesinin beklenmesinin haksızlık olduğunu da düşünüyorum. Partinin bu yönde uluslararası mekanizmaları daha fazla harekete geçirmeye yönelik bir stratejisi olmalı. Bu minvalde bazı şeyler söyleniyor ama bunların biraz daha somut adımlar olarak atılmasını beklerdim ben açıkçası. Yapılması gereken de budur.

Yapılacak mı sizce?

Benim dikkatimi çeken şudur: Suriyeli mülteciler mevzusu aslında 2010’dan beri süregelen bir şeydir. O dönemden beri ülkeye gelen bir mülteci akını var. Ancak 1-2 tane sivil toplum kuruluşu dışında bu konuya yönelik ilgi ne Türkiye’de ne de yurtdışında vardı. Ne zaman ki o boğulmuş zavallı küçük çocuğun fotoğrafı yayınlandı, o zaman ilgili uluslararası kurumlar yeni yeni hareketlendiler. Daha toplumun kendisi ve konunun esas muhatabı olan uluslararası kurumlar bile yeni yeni canlandı yani. Böyleyken onların yaptığı politikaların partiye sirayet etmesi tabii ki çok daha fazla vakit alacaktır.

Bunların dışında, kadına yönelik yeni parti politikalarını da biraz açabiliriz.

Parti belli mekanizmalar kurmaya çalışıyor. Daha önce dediğim gibi kadınları daha cesaretlendirici belli şeyler var. Mesela kadın adaylardan adaylık ücreti alınmıyor.

Adaylık ücreti ne kadar normalde?

Kişiye göre değişiyor. Yetişkin bir erkekten 2000-2500 lira civarında bir para alınıyor. LGBTİlerin siyasi temsiliyetinden bahsederken değinmiştim, adaylık sürecinde nispeten kendinizi sosyoekonomik olarak geçindirebilmeniz gerekiyor diye; aynı şekilde hayat sorumluluğunuzun da uygun şekilde bölüştürülmüş olması gerekiyor. Siz evli ve çocukluysanız o çocukların sorumluluğu tümüyle bir kadın olarak sizin üzerinizde olmamalı ki, siz siyasete girip siyasetin peşinden koşturabilesiniz. Bunları da öngörerek, partinin biraz daha çabalamalar içerisinde olduğunu görüyorum. Bu noktada kadınların da daha fazla talep etmeleri gerektiğine de inanıyorum. Kadın meseleleri için daha fazla parti içi emek veren kadınların bir araya gelip örgütlenmeleri gerektiğini düşünüyorum. Şu an istediğim bulunduğumuz nokta, ideal noktada değil ama iyiye gidiyor.

Örgütlenmeleri derken mesela “Özgecan Yasası” için çok fazla talep olmuştu, ve birçok sivil toplum kuruluşundan da talepler gelmişti. En azından medyada talep var ama siyasette bunun çok da fazla yansıması olmuyor gibi gözüküyor.

Aynen öyle. Şu anda zaten ülkedeki her şey tıkanıklık içerisinde. Muhalefet partileri sürekli önergeler veriyor, sürekli araştırma komisyonu önerilerinde bulunuyor ama bunların hiçbiri iktidar partisinden geçemiyor. Bu sebepten dolayı da, 1 Kasım seçimleri aynı Haziran seçimlerinde olduğu gibi önemlidir. Bizim partide yine sevdiğim bir özellik de şudur; çok net talepler içerisindeyiz. Siyasi ahlak yasasının çıkarılması, yolsuzluğa karşı böyle bir yasanın çıkarılması, barajın indirilmesi gibi. Yine o tıkanıklıkları görüp buna karşılık çözüm önerileriyle geliyor. Ama elbette meclisin çoğunluğunu alamadığı takdirde mevcut parlementer sistemimizin bir sonucu olarak, etkisiz eleman haline de gelebiliyorsunuz. Az önce konuştuğumda ben meclisteki çalışmalardan ziyade parti içi yapılardaki grupları kast ediyordum. Mesela HDP kadın görünürlüğüne önem verilmesi konusunda çok daha ileri gözüküyor, ama bizim partide de buna yönelik çalışmalar artmış vaziyettedir. Evet, ideal düzeyde değil ama kesinlikle artacaktır.

Kasım seçimleri için CHP beyannamesininde gözünüze çarpan bir eksiklik ya da eleştirdiğiniz bir nokta olmuş muydu?

Yok aslında. Mevcut koşullar içerisinde, Kasım seçimlerinin neden yapıldığını bildiğimiz şu koşullar içerisinde, bu seçim beyannamesinin ben gayet güzel ve yerinde olduğuna inanıyorum. Sosyal ve ekonomik haklar açısından olaya bakan bir insan olarak, bu beyannamenin gayet güzel ve yerinde olduğuna inanıyorum. Ama biz bu süreci ülke olarak atlattıktan ve nispeten biraz daha düzlüğe çıktıktan sonra kendimizi daha güvende, daha hukukun üstünlüğüne saygı gösterilen bir yerde hissettiğimiz bir ortamda bu seçim beyannamesi tabii ki yeterli gelmeyecektir. Birçok yeni madde de eklenecektir. Şu anda yeterli olduğunu düşünüyorum.

Siyasi partilerin sivil toplumla ilişkilenmesi artmalı

Eklemek istediğiniz başka şeyler var mıdır?

Pek yok gibi. Sadece siyasi partilerin sivil toplumla ilişkilenmesinin kesinlikle artması gerektiğine inanıyorum. Bunun için bir partili olarak da çaba sarf ediyorum. Sivil toplum, bireylerle, partiler ve devlet kurumları arasında çok güzel bir denge kurabilecek bir kurumdur. Bu sebeple, bireylerin ne düşündüğünü, neler beklediğini, gündelik hayatlarında ne gibi sorunlar yaşadığını, ne gibi haksızlıklara uğradığını duyabilmek açısından sivil topluma daha da büyük önemler verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Nasıl bir formül bulunur şu an bilemiyorum ama sivil toplumun belli mekanizmalarla parti içerisindeki stratejilerin belirlenmesi için de kilit rol oynaması gerektiğine inanıyorum. Mesela mültecilerle ilgili bir mevzuda sadece parti MYK’sı değil, bu konudaki sivil parti kuruluşlarının da, onların verecekleri geri dönüşlerinin de gayri resmi olarak değil ama formal düzeyde dikkate alınmasını umut ederim. Böyle bir şeyin partiye de, bireylere de, topluma da yararlı olabileceğini düşünüyorum.

Röportajınız için tekrar teşekkür ederim.

***

Röprtaju şu şekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

Research Turkey (Aralık, 2015), “CHP’den Sedef Çakmak ile Röportaj: LGBTİ Aktivisti Perspektifiyle 1 Kasım Seçimleri” Cilt IV, Sayı 12, s.56-77, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey), Londra: Research Turkey

 

ResearchTurkey
ResearchTurkey
AnalizTürkiye

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...