Hüseyin Aygün ile Röportaj: Türkiye’nin Siyasi Dinamikleri: Geçmişin Mirası ve Bugünün Artan Zorlukları – Bölüm I

Date:

Hüseyin Aygün ile Röportaj:
Türkiye’nin Siyasi Dinamikleri: Geçmişin Mirası ve Bugünün Artan Zorlukları

Bölüm I

CHP’nin Siyasi Dinamikleri, Çözüm Sürecinin Perde Arkası ve Yaşanan Toplumsal Kırılmalar

Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey) olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Tunceli milletvekili, kendi deyimiyle Dersim milletvekili, avukat ve hukukçu Hüseyin Aygün ile uzun bir röportaj yaptık. Hüseyin Aygün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) seçildiği 2011 yılından itibaren, CHP’nin en çalışkan milletvekillerinden birisi olarak dikkati çekti. Aygün, milletvekili olarak bir yandan seçildiği bölgenin insanlarının sesi ve haklarının, acılarının, taleplerinin sözcüsü olmaya çalışırken, bir yandan da Türkiye’nin her yanında ezilen, haksızlığa uğrayan kişilerin, grupların, sınıfların yanında omuz omuza bir görüntü verdi ve de onların mücadelelerine ortak oldu. Ezilen, mağduriyetlerini haykırmak isteyen kimliklerin, başta kendisinin seçildiği bölgede yoğun olarak yaşayan Aleviler ve Kürtler olmak üzere, yanında oldu.

Söylemleri; mensubu olduğu siyasi partisi dahil, hangi parti, örgüt ya da grubu rahatsız ederse etsin, cesurca inandığı mücadelelerin savunucusu olmaya devam etti. Ayten Öztürk, Mehmet Ceren, Mirik kayıpları gibi tarihin karanlık dehlizlerine atılan sayısız işkencede ölümlerin ve faili meçhul cinayetlerin faillerinin ortaya çıkarılması için mücadele verdi. Dersim katliamından askeri darbelere, devletin ve çeşitli derin çetelerin içinde olduğu gizli operasyonlardan yakın dönemde yaşanan devlet zulümlerine kadar tüm karanlık cinayetler, işkenceler ve ayrımcılıklarla yüzleşilmesi için sürekli çalışmalar yaptı. 2011’deki sınır ötesi harekata karşı çıktı, barışın yanında durdu. Tutuklu öğrencilerden Van depremi mağdurlarına, Uludere katliamında ölenlerden Pozantı Cezaevi’nde işkence ve tecavüz mağduru olan çocuklara, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Odatv gibi yakın dönem siyasi davalarının mağdurlarından çevre ve işçi direnişlerine kadar her kesimden insanların hak ve hukuk mücadelelerine destek verdi. 2013 Gezi Direnişi protestolarında ve öldürülen, yaralanan gençlerin devam eden davalarında yine ön saftaydı. Hüseyin Aygün, aynı zamanda, Dersim 1938 ve Zorunlu İskan, 0.0.1938 Resmiyet ve Hakikat, Dersim 1938 ve Hacı Hıdır Ataç’ın Defteri, Fişlemenin Kısa Tarihi,  ve Zazaca yazdığı Eve tarixe ho teri Amaene gibi önemli kitapların da yazarıdır.

Röportajımızın bu ilk bölümünde Hüseyin Aygün ile CHP’de disipline verilme sürecini, CHP’nin politikalarını, CHP’de sağa kayma iddialarını ve Beykoz konaklarını, CHP-Gülen cemaati ilişkisi iddialarını, 2012’de Partiya Karkerên Kurdistani (Kürdistan İşçi Partisi) (PKK) tarafından kaçırılmasını, Halkların Demokrasi Partisi’ne (HDP) yaklaşımını, çözüm sürecini, bu süreçte Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Öcalan, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) rolünü, Alevilerin süreçten nasıl dışlandıklarını, Gülen cemaati ve son operasyonlara bakışını ve CHP’nin ve kendisinin geleceğini konuştuk. Röportajın özetini ve sansürsüz tam metnini aşağıda okuyucularımıza sunuyoruz.

Röportajın Özeti

Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) bağlı bazı belediyelerde, partinin iddialarına da aykırı olarak; imar süreçleri, büyük ihalelerde şirketlerle kurulan ilişkiler, işçilere haksızlıklar, seçimlerde kimi güç odaklarına verilen tavizler vb. önemli konularda söz konusu belediyeleri eleştirmem nedeniyle Disiplin Kurulu’na verildim.” 

Aslında Parti Meclisi (PM) üyelerinin büyük bir bölümü benim disipline verilmeme karşıydılar, ama bizzat genel başkan ısrar ederek, gücünü kullanarak benim disipline gönderilmemi sağladı.

Mustafa Sarıgül’ün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday gösterilmesini eleştirdim. Bu konuda partiden bir uyarı olmadı, ama Sarıgül’den bir mektup aldım.

CHP’nin cumhuriyetçi çizgisinden uzaklaşması, cemaatle ilişki iddiaları, sürekli siyasal İslam kökenli kadrolara öncelik verilmesi, devamlı bunların vitrine konması vb. ben ve benim gibi çok sayıda milletvekilini rahatsız ediyordu.

CHP’de sağ, neoliberal, sermaye yanlısı Beykoz konaklarında karar almayı bile normalleştiren çizgi, beni taşıyamaz hale geldi. Eğer bir sol partiyseniz sizin kararlarınız Beykoz konaklarında alınmamalı.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, bütün yaşamını ve politik çizgisini iftira ve kara propaganda üzerine kuran bir kişidir.

Benim Partiya Karkerên Kurdistani (Kürdistan İşçi Partisi) (PKK) tarafından kaçırılmamın emri bizzat Kandil’den verildi. Benim CHP’de yer almam, Dersimlilerin de, onların tarihsel acılarının da, o partide ifade edilmesi rahatsız etti. Dersim’deki otorite savaşında bana bir ders vermek, beni susturmak, korkutmak amaçlandı. Ancak sonra kamuoyunda bana yönelik oluşan büyük destek nedeniyle hızla geri adım atıp serbest bıraktılar. Amaçları yarım kaldı ve başaramadılar.

Çözüm sürecinde Kürtçe konuşan Alevilerinin hiçbir şekilde sesi dikkate alınmıyor. Kürtlerin, PKK’nın, İmralı’nın, Erdoğan’la Hakan Fidan aracılığıyla yürüttüğü bu müzakere sanki Sünni ve Şafi Kürtlerin müzakeresi gibi görünüyor.

Öcalan ve Erdoğan çözümün Siyasal İslam bayrağı altında olması gerektiğine karar verdi. Öcalan’ın Newroz töreninde okunan bildirisini Öcalan yazdı ama son halini Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) verdi. O bildiri Tayyip Erdoğan’dan onay aldı.

Öcalan’ın Newroz bildirisinde Ezidilerden Ermenilere herkesin adı geçiyordu, hatta orada onlara yönelik kötüleyici ifadeler bile vardı, ama 15 milyonluk Alevi halkının adı bir kez bile geçmiyordu. Alevileri yok saydılar.

Ben, Öcalan bağı ve uzun zamandır her şeyin İmralı ve Hakan Fidan’la görüşmeler temelinde yürüyor olması nedeniyle Halkların Demokrasi Partisi’ni (HDP) sorunlu görüyorum. Öcalan markajı, HDP’nin bence temel handikabıdır. Öcalan’ın tek adamlığı Kürtlere hiç bir hayır getirmez.

Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) Gezi hareketini darbe gören, bu hareketi dışlayan yaklaşımları oldu, ama özellikle Batı’da doğup büyüyen Kürt gençleri eylemlere katıldı. Onlar ne Öcalan’ı, ne BDP’yi dinlediler. Gezi’de dövüşüyorlardı, hem de kavganın en sertini, en onurlusunu vererek.

Kobani’ye Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) taarruzundan sonra Kandil’in, Erdoğan-Davutoğlu’na güvenleri sarsıldı. Artık müzakere aldatmacadır, Erdoğan bizi oyalıyor diyorlar. Ne Kandil’dekiler ne de konuştuğum HDP milletvekillerinin inanmadığı bir süreç var ama birisi de bu şekilde devam etmesini istiyor ve kabul da ettiriyor, bu da çok tuhaf.

BDP’li bir milletvekili Hakan Fidan keşke Başbakan olsa, biz de MİT’le değil Başbakan’la görüşmüş oluruz deyiverdi. Bu inanılmaz bir şey. MİT tarihi hep karanlıkla dolu olan bir örgüt. Komploları, Maraş katliamındaki, yakınlarda Reyhanlı bombalamasındaki rolü, hiç birinin hesabını vermemiş. MİT’in başındaki adamı Başbakan görmek istiyor. Demek istediğim  müzakere için bu kadar da Türkiye tarihini inkar etmeye, tarihte herkesin gördüğü gerçekleri reddetmeye gerek yok, bu kimseye yakışmaz.

Gülen cemaatinin CHP’de örgütlendiğini duymadım. CHP’yi ele geçirdiğini ya da geçireceğini zannetmem, böyle bir ihtimal yok, öyle bir gücü de yok zaten. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) cemaate yönelik operasyonları bir cadı avına dönüşmüş durumda. Hukuk dışı operasyonları kabul edilmez. CHP de bu mağduriyeti dile getiriyor.

Ben şahsen cemaatin de AKP kadar son 10 yıldan işlenen bütün suçlar açısından vebal altında olduğu düşünüyorum. Özellikle yargı ve poliste yuvalanan kadrolarının yargılanması gerektiğini düşünüyorum. Ergenekon’dan içeri atılan, Balyoz kumpasından tutuklatılanlar hep cemaatin planları nedeniyle tutuklandılar. Hepsinden hesap sorulmalı. Ama bunu AKP yargısı yapmamalı, onlar sadece öç almak istiyor.

CHP yolsuzluğa kafayı takmış durumda. 17-25 Aralık’tan beri 14 aydır yatıyor kalkıyor yolsuzluk diyor. Söylemini değiştirmeli CHP. Salt hükümet eleştirisinin ötesine geçmeli.

CHP nasıl bir toplum, nasıl bir sosyal demokrasi tahayyül ediyor ben bilmiyorum. Mesela AKP bütün okulları İmam Hatip yapmak istiyor, CHP’nin hiçbir itirazı yok, sadece izliyor. Mahalle mahalle halk örgütleniyor, direniyor, İmam Hatip istemiyoruz diye, CHP bu tartışmada nerede duruyor ben bilmiyorum.

CHP bir davası olmadığı için muhalefet de yapamıyor, sadece yolsuzluk üzerinden konuşuyor. Siyasal İslam’a dair ne söylüyorsun, IŞİD şiddetiyle ilgili ne diyorsun, dinsel eğitim, anaokuluna değerler eğitimi adı altında dini sokuyorlar, 4 yaşındaki çocuğa din korkusu aşılayacaklar, bir kuşak yok ediliyor bu eğitim sistemiyle. CHP ne diyor ben hiç bir şey söylediğini görmüyorum.

Ben çok iyimser idim başta, sol ve yeni bir CHP diye düşünüyordum, ama daha sağa doğru gittiğini gördüm. Bunu engelleyecek gücüm de yok, zaten disipline verildim, belki parti bir takım yaptırımlar uygulayabilir. Kınama cezası bile alsam siyaset yasağı geliyor. O nedenle kınama verilirse, muhtemelen siyasi olarak da tasfiye edilmiş oluyorum.

Röportajın Tam Metni

Hüseyin Bey, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) en çalışkan milletvekillerinden birisi olarak tanınıyorsunuz. CHP’de Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edilmeniz ile başlamak istiyorum. Bu süreç nasıl başladı? Neden Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edildiniz?

Bana 15 gün önce tebligat yaptılar. 13 Ocak’ta da savunma için istedikleri yerde hazır oldum. Özetle; ana muhalefet partisine (CHP) bağlı bazı belediyelerde, partinin iddialarına da aykırı olarak; imar süreçleri, büyük ihalelerde şirketlerle kurulan ilişkiler, seçimlerde kimi güç odaklarına verilen tavizler vb. önemli konularda söz konusu belediyeleri eleştirmem nedeniyle, 23 Aralık 2014 tarihinde Disiplin Kurulu’na verildim.  O günden 20 gün sonra, demek istediğim , 13 Ocak’ta Disiplin Kurulu’nda savunmamı yaptım.

Eleştirdiğiniz belediyeler ve süreçler özellikle Sarıyer, Şişli ve Beşiktaş odaklı mıydı?

Evet, özellikle Sarıyer, Şişli ve Beşiktaş, çünkü Beşiktaş’ta da sendikalaşmak için harekete geçen bir grup taşeron işçiye, belediyeye bağlı olduğu iddia edilen sivil bazı güçler tarafından taşlı sopalı saldırılar oldu, grev yaptıkları alanı bastılar. İşçilerden yaralananlar oldu, yoğun bir şekilde belediye başkanının o sivil grupları işçilerin üzerine saldırttığı ifade edildi. Belediye başkanı bunu kabul etmedi. Daha sonra sendikalaşma hakkı da, işçilerin başka talepleri de kabul edildi, işçilerin maaş artışı da dahil olmak üzere. İşçiler direnerek haklarını kazandılar sosyal demokrat bir belediyeye karşı.

Sizin CHP Genel Merkezi’ni asıl rahatsız eden değerlendirmeleriniz neydi?

Ben aslen bütün bunları özetleyen ve bu tablonun önümüzdeki seçimlere gidilirken kötü bir tablo olduğunu vurgulayan ve CHP’nin büyük sermayeyle olan ilişkilerini de gözden geçirmesini salık veren bir değerlendirme yapmıştım. Sanırım bu zülf-i yare dokundu ve yukardan partinin disiplin mekanizmasını harekete geçirdiler. Benim aleyhimde Parti Meclisi (PM) harekete geçmeden önce de çalışmalar olmuştu. Eleştirilerim hep rahatsızlık kaynağıydı. Aslında, PM üyelerinin büyük bir bölümü o gün benim disipline verilmeme karşıydılar, ama bizzat genel başkan ısrar ederek, gücünü kullanarak benim disipline gönderilmemi sağladı. Disipline sevkime karşı 13 ret oyu çıktı, ilginç, genel başkana rağmen yüksek bir itiraz oldu, ama bu itirazları da pek önemsemediler.

“CHP’de PM’deki itirazlara rağmen bizzat genel başkanının ısrarı ve gücünü kullanması sonucu disipline sevk edildim”

13 ret oyu çıkması neden ilginç?

Çünkü Türkiye’de partilerde PM gibi organlarda yer alanlar genelde milletvekili olmak isteyen kişilerdir ve genel başkan ne derse onu yaparlar. 13 itiraz bu anlamda çok değerlidir ve şaşırttı beni. Benim savunma yaptığım 13 Ocak gecesi normalde akıbetimin belli olması gerekiyordu, ama bir gariplik daha oldu, o gün kararı açıklayamadılar, ertelediler. Bu dosyayı değerlendiriyoruz, dediler. Bu da pek normal bir şey değil, CHP açısından.

Siz Beşiktaş’ta CHP’li bir belediyeye karşı işçileri savunmak için uğraştınız. Peki, Sarıyer’de ne oldu?

Tabii, Beşiktaş eleştirimde işçileri savunma yaklaşımı vardı. Sarıyer’de de büyük bir şirkete milyar dolarlık bir ölçekte verilen ve Kuzey Ormanları denilen yeşilliği yok eden bir proje vardı. Projenin adı Zekeriyaköy villaları. 2-3 milyar dolarlık bir yer olduğundan söz ediliyor, yeşilliği yok eden bu rant projesine ruhsat verilmesini eleştirmiştim.

Şişli, Sarıyer konuşulduğu zaman elbette akla uzun yıllar Şişli’de Belediye Başkanlığı yapmış ve 2014 Yerel Seçimlerinde de CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı olarak gösterilen Mustafa Sarıgül geliyor. Siz Sayın Sarıgül’ün aday yapılmasını da eleştirmiştiniz değil mi?

Evet, ciddi eleştiriler yaptım.

Acaba o dönemki eleştirileriniz CHP’de size karşı bir tutumun büyümesinde etkili olmuş olabilir mi? O dönemde uyarı almış mıydınız?

Hayır, partiden bir uyarı olmadı.  Sadece Sarıgül’den bir mektup aldım. Özel bir mektup, içeriğini açıklayamam. Etik olmayabilir, kendi görüşlerini ifade etti, ben de ona cevap verdim ve görüşlerimi ifade ettim. Kırıcı, dökücü olmayan, –özellikle onun adaylığına karşı çıkan değil–, özetle kendisinin bir dünya görüşünün olması gerektiğine dair bir eleştiri yaptım. Belediye başkanı olsa dahi bir dünya görüşüne göre hareket etmesi gerektiğine dair kendi kanaatimce görüşlerimi bildirdim.

“CHP’de sağ, neoliberal, sermaye yanlısı Beykoz konaklarında karar almayı bile normalleştiren çizgi, beni taşıyamaz hale geldi”

CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizzat sizin disipline gönderilmeniz için bastırması açıklamanıza dönmek istiyorum. İkiniz de aynı ilden geliyorsunuz. CHP’nin 2011 Genel Seçimlerinde Tunceli’nde mevcut olan 2 milletvekilliğini de kazanması –popüler deyimle ‘tulum çıkarması’– büyük bir coşku yaratmıştı ve muhtemelen Tuncelili genel başkan için de büyük bir moral olmuştu. Bu başarıda elbette sizin alandaki çalışmalarınızın önemli bir etkisi vardı. O nedenle pek çok ortak noktanız olan Kemal Bey ile çok yakın olduğunuzu düşünüyorduk?   

Yok, yok, bu doğru değil.

Kemal Bey, kamuoyunda özellikle iktidarın otoriterleşme eğilimlerini ve anti-demokratik uygulamalarını eleştiren söylemlerde bulunuyor, demokrasinin önemini vurguluyor. Onun sizi açıklamalarınız nedeniyle özellikle bastırıp disipline göndertmesi gerçekten ilginç. Acaba kendisi Eylül 2014’teki CHP Kurultay’ından bu yana sıkça tekrarladığı ‘halk beni güçlü görmek istiyor, halk masaya yumruğumu vurmamı istiyor’ gibi söylemlerinin bir gereği gibi mi görüyor bu yeni aldığı tutumları? Partide başka milletvekillerinin de ya uyarı aldığı ya da disipline sevk edildiğini görüyoruz.  

Bence, benim eleştirilerim bardağı taşırdı ve disipline gitmemi istedi. Çünkü ben çok uzun zamandır bazı hususları eleştiriyordum. CHP’nin cumhuriyetçi çizgisinden uzaklaşması, cemaatle ilişki iddiaları, sürekli siyasal İslam kökenli kadrolara öncelik verilmesi, devamlı bunların vitrine konması vb. beni ve benim gibi çok sayıda milletvekilini rahatsız ediyordu. Benim farkım; hiçbir kaygı gütmeden, bir daha milletvekili olur muyum, demeden eleştirmem ve şeffaf şekilde dile getirmemdi. Genel başkanın bunlara karşı bugüne kadar gösterdiği tahammül ve sabır sona erdi.

Kemal Bey, 2010 yılında CHP’nin başına geçtiği zaman toplumda büyük bir hareketlenme ve umut yaratmıştı. 2010 yılında kasketli bir Kemal Kılıçdaroğlu vardı ve taşeron işçiliği ve sömürü düzenini bitireceğini söylüyordu, şimdi taşeron işçilerin mücadelesine destek veren sizinle artık farklı fikirde mi? CHP ile büyük sermaye arasında bir yakınlaşma mı var? Niye eleştirilerinizin zülf-i yare dokunduğunuzu düşünüyorsunuz?

Bazı şeylerin değiştiği görülüyor. Tahmin ediyorum bu sağ, neoliberal, sermaye yanlısı Beykoz konaklarında karar almayı bile normalleştiren çizgi, beni taşıyamaz hale geldi. Bana karşı geleneksel yaklaşımlar şöyleydi; o, bu partinin sol fikirlilerinden birisi ve belli bir yere kadar konuşma hakkı var. Temsil ettiği bölge de çok sıkıntılı bir bölge tarih boyunca, büyük baskılar görüyor, bu nedenle onun konuşma hakkı belli ölçeklerde kabul edilebilir. Partinin kendi içindeki algı böyleydi, ama damlalar birike birike bardağın taşmasına sebep oldu. Ben sağcı yönelimi; mesela, Bekaroğlu –Mehmet Bekaroğlu– gibi birinin kadın kotasından zorlanarak genel başkan yardımcısı yapılmasını açık açık eleştirdim. ‘Bizi terbiye edemezsiniz, solcuları, laikleri, sekülerleri, alevileri buna zorlayamazsınız,’ diye konuştum. Tahmin ediyorum bunların tümünü bir köşeye kalınca not ediyorlardı.

Bu ‘Beykoz konakları’ ifadesi de bir mit olmaya başladı. CHP’ye yön verdiği söyleniyor ama kim ve ne oldukları da tam açıklanmıyor. Eğer mümkünse ‘Beykoz konakları’ denince ne kast ediliyor açıklar mısınız?

Evet, elbette. Beykoz konakları deyince büyük sermaye, büyük sermaye yanlısı şirketler, büyük sermaye yanlısı medya, milyon dolarlık gücü olan eski ve yeni siyasetçiler, bürokratları kastediyoruz.

Bu siyasetçiler 1990’larda Anavatan Partisi (ANAP) vb. merkez sağ partiler ve/veya Demokratik Sol Parti (DSP) gibi partilerde yer alan sağcı siyasetçiler mi?

Tabii ki, onların bir kısmı şu an CHP’den milletvekili. Cemaate yakın olduğunu gizlemeyen milletvekilleri de var, bunlar siyaseti zaman zaman dizayn ediyorlar. Rota belirliyorlar. Beykoz Konakları da böyle bir platform. Eğer bir sol partiyseniz, sizin kararlarınız buralarda alınmamalı ama eğer sol parti değilseniz, o zaman da Beykoz konaklarında kararlarınızı aldığınızı açıkça ve dürüstlükle söylemeniz lazım. Bu sizin halkınıza ve seçmenlerinize karşı sorumluğunuzdur.

Anlıyorum. Sizi sıkça milletvekili olarak sizi seçen insanlar için çalışırken, koştururken gördük. Hak arayışlarında, işçi eylemlerinde, protesto gösterilerinde, direnen halkların, öğrencilerin, gençlerin yanında, ön saflarda durduğunuzu izledik. Türkiye’de sizinki gibi bir milletvekili profilini uzun zamandır görmediğimizi de itiraf etmek gerek. Milletvekilleri daha çok sadece genel başkan vekili gibi davranıyorlar. Bunun pek çok sebepleri var, ancak, sizin milletvekili olarak çizdiğiniz profil ve aktiviteleriniz de göz önüne alınınca CHP’nin, özellikle 1990 sonrası CHP’nin gelenekleri ve genel politikalarına da zaman zaman pek çok yönden ters düştüğünüzü gözlemledik. Sizi en başta CHP’den milletvekili olmayan iten nedenler nelerdi?

Aslında beni iten şey, Türkiye’de çok geniş bir sosyalist kitleyi de CHP’ye iten şey, objektif gelişmelerin sonucunda ortaya çıktı. Türkiye’de CHP’nin de solunda Devrimci Yol, Türkiye Komünist Partisi, illegal sol, yeraltında örgütlenmiş sosyalist sol, buna Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi’ni de (DHKP-C) dahil edebiliriz, çok geniş bir sol yapı –benim görüşüme göre– sosyalizm yıkıldıktan sonra dönüşüme uğradı. Sovyetler Birliği’ndeki değişim ve dönüşümlerden sonra bu sosyalist solun içindekiler kendilerini topluma ve dünyaya anlatma imkanlarını kaybettiler, iddiaları zayıfladı. Bunların çok büyük bir bölümü de doğal olarak ana muhalefet partisi olan CHP’nin içinde mevzilenmeye, kendilerini ifade etmeye başladılar. Kürt kökenli eski bazı sosyalistlerin HDP çizgisine yönelmesi de bu sürecin bir ifadesi olsa gerek. CHP açısından da bu çok büyük bir imkandı, çünkü orada çok büyük tecrübeler birikmişti 1970’ler boyunca. Ben de sosyalist solun zayıflamasının bir ürünü olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) bütün toplumu baskı altına alan, tek tip bir toplum yaratmaya çalışan ve bunu dini referanslarla çok korkunç bir şekilde ilerleten tutumu sebebiyle CHP’de kendisini bulmuş biriyim. Kendimi öyle tanımlayabilirim.

“Ben AKP’nin bütün toplumu baskı altına alan, tek tip bir toplum yaratmaya çalışan ve bunu dini referanslarla çok korkunç bir şekilde ilerleten tutumu sebebiyle CHP’de kendisini bulmuş biriyim”

Son 30 yılda, özellikle de Recep Tayyip Erdoğan’ın Genel Başkanlığındaki AK Parti’nin söylemlerinde sürekli darbeler, otoriter devlet, tek parti hükümeti ile ilişkilendirilen, ‘aşırı laikçilik’ vasfı dışında bir özelliği olmayan bir CHP algısı topluma pompalandı. Bu çok da etkili oldu ve CHP pompalanan bu algıyı yıkmakta çok zorlandı. Başka bir CHP daha mı vardı? CHP’nin anti-emperyalist, işçi odaklı ve halkçı olduğu ya da sosyalist sola daha güçlü mesajlar verdiği bir dönem mi vardı? Bize onu mu hatırlatmak istediniz? O CHP’yi görme ya da bulma umudunuz mu vardı?

Türkiye’de ortalama solcu, sosyal demokrat, Atatürkçü, ilerici çok geniş bir çevreyi, konfederasyonu kastederek söylersem SHP (Sosyal Demokrat Hakçı Parti) dönemi çok halkçı bir dönemdi, herkes bunu kabul eder. 1980’lerin sonundaki Erdal İnönü’nün başlattığı hareket halkçı, emekten yana, sendikalardan yana bir dönemdi. CHP’de de aslında yaptığımız, bütün muhalefet olarak o SHP ruhu yeniden canlanabilir miyiz, eksenindeydi. Bunu ben yapmadım, aslında içinde yeni yer alıyorum, o yüzden o kadar da büyük bir iddia taşıyamam, ama CHP’li kadrolar bir zamanlar bunları yapmış ve SHP dönemindeki muhalefeti yeniden yapabilirler. Benim şahsi hikayem ise, kendime eğer sosyal demokrat bir parti olacaksa CHP, kendimi o çizgiye daha yakın görüyorum diyorum ve onun için mücadele ediyorum.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) geçeceğiniz iddialarında bulundu. HDP’ye geçme ihtimaliniz var mı?

Hayır, yok. HDP’den de zaten böyle bir yaklaşım hiçbir zaman olmadı. Demek istediği, HDP Dersim örgütü ve Dersim’deki Partiya Karkerên Kurdistani (Kürdistan İşçi Partisi) (PKK) örgütlenmesini düşünürsek, ilişkilerimizin ne kadar kötü olduğunu anlatmama gerek yok. 2012 yazında beni dağa kaçırmaya ve burnumu sürtmeme karar verdiler, çok büyük iç ve uluslararası tepki olunca 2 gün içerisinde geri adım attılar ve serbest bıraktılar. Bu nedenle, onların cephesinden de bana dair böyle bir talep söz konusu değil, ancak onların milletvekilleriyle parlamentoda dostane ilişkilerim var, CHP içinde Kürt sorununa duyarlı milletvekillerinden biriyim, kamuoyu –bu nedenle–, sanırım böyle varsayımlarda bulunuyor. Bahsettiğiniz belediye başkanı bütün yaşamını ve politik çizgisini iftira ve kara propaganda üzerine kuran bir kişidir, o yüzden onun sözlerinin bir önemi yoktur.

“PKK’nın beni kaçırmasının emri bizzat Kandil’den verildi. Dersim’deki otorite savaşının bir sonucuydu. Bana bir ders vermek istediler ama başaramadılar”

Toplumda da ciddi bir bilgi eksikliği ve buna karşılık siyasetçilerin özellikle yön verdiği yoğun da bir bilgi kirliliği var. Bazı keskin eleştirileriniz nedeniyle sizi PKK çizgisinde görenler var. Bir yandan da PKK’nın aslında size düşman olduğu, HDP çizgisinin size çok uzak olduğu gibi iddialar var. Bu konularda, PKK’nın sizi kaçırmasından başlayarak, bir açıklama yapar mısınız?

Elbette, çok önemli bir soru sordunuz. PKK’nın bana özellikle düşman olduğunu düşünmüyorum. PKK açısından mesele Dersim’de bir otorite savaşıydı, ben Dersim’le ilgili kitaplar yazmış, mesela ana dilimde (Zazaca) kitap yazmış birisiyim. 1938 Dersim katliamıyla ilgili henüz bu tartışmalar başlamamışken, avukatlık dönemimde çeşitli belgeler bulmuş ve araştırmış biriydim. Benim CHP’de yer almam, Dersimlilerin de, onların tarihsel acılarının da, o partide ifade edilmesi, en üst düzeyde dile gelmesi olarak algılandı. Dersim’deki otorite savaşında, bana bir ders vermenin, beni susturmanın, korkutmanın geçerli bir yol olacağını kararlaştırdılar. Kandil’dekiler böyle düşündüler. Ta oradan verilen bir emirle, hiç koruması olmayan, silahı olmayan, her gün dağa, Munzur’un en yüksek yerine milletvekili olarak giden bir kişi olarak kaçırıldım. Kaçırılmam çok basit bir şeydi, zaten silahım yok, korumam yok, çok normal, büyük kalaşnikoflarla kaçırmaya gerek yoktu. Zaten, sonra kamuoyunda bana yönelik oluşan büyük destek, düşüncelerime de, pratiğime de destek veren açıklamalar, yorumlar, çıkışlar nedeniyle de hızla geri adım attılar. Aslında bizzat Kandil’in planladığı o eylem, birden nasıl olduysa iki tane gencin işgüzarlığı gibi gösterilmeye çalışıldı ve kamuoyunu yatıştırmak zorunda kaldılar. O yüzden, aslında kaçırılmam merkezi düzeyde alınmış bir karardı ve Dersim’deki otorite savaşındaki cephe taktiğinin bir parçasıydı. Bana ders verilmesi amaçlandı, ama yarım kaldı ve başaramadılar.

Türkiye’de AK Parti hükümetinin başlattığı ve uzun zamandır adına ‘çözüm süreci’ denen bir süreç var. Kişisel gözlemlerimden birisi,  Abdullah Öcalan ve Kandil çözüm sürecini Türk sosyalistleriyle gerçekleştirmek istiyor. Bu sürece özellikle Türk sosyalistleri de dahil olsun istiyorlar. Acaba Alevi sosyalistleri istemiyorlar mı?

Ben kendimi sadece Alevi kimliğiyle ifade edemem. Kendimi sol ve sosyalist dünya görüşüyle ifade edebilirim. Alevilik inançsal açıdan hiç vazgeçemediğim, üyesi olmaktan mutluluk duyduğum bir kültür. Kendimi öncelikle Alevi milletvekili, Alevi siyasetçi olarak tanımlamadığımı söylemem gerekiyor, kendime karşı dürüst olabilmem için. Müzakereye gelince, eğer Alevilik açısından bakarsak müzakere sürecinde onların dikkate alındığını düşünmüyorum. Kürt toplumumun en az %10’u olan, –bazı tahminlere göre %15–, Kürtçe konuşan Alevilerin hiçbir şekilde sesinin dikkate alınmadığını söyleyebilirim. Demek istediğim, Kürtlerin, PKK’nın, İmralı’nın, Erdoğan’la Hakan Fidan aracılığıyla yürüttüğü müzakere sanki Sünni ve Şafi Kürtlerin müzakeresi gibi görünüyor. Bunun için de Aleviler, Kızılbaşlar, –Adıyaman, Dersim, Malatya, Erzincan, Varto, Hınıs gibi yerlerin–, buraların Kürtçe ve Zazaca konuşan Alevileri bu müzakerede zaten hiç yer almıyor. Dolayısıyla, müzakereye bir Alevi olarak da dahil olmam, müzakereyi yürüten tarafların izledikleri program nedeniyle mümkün değil. Bunu sağlamak da tahmin ediyorum onların görevi. Eğer bu müzakere Kürt toplumunun bütün çeşitliliğine uygun yürütülecekse yapılması gereken budur.

“Çözüm sürecinde Kürtçe konuşan Aleviler yok sayılıyor. Müzakereler Kürtlerin, PKK’nın, İmralı’nın, Erdoğan’la Hakan Fidan aracılığıyla yürüttüğü Sünni ve Şafi Kürtlerin müzakeresi gibi görünüyor”

Neden Kürtçe, Zazaca konuşan Aleviler vs. davet edilmiyor sizce?

Çünkü Siyasal İslam bayrağı altında olması gerektiğine karar verdi Öcalan’la Erdoğan. Öcalan’ın Newroz töreninde okunan bildirisi Tayyip Erdoğan’dan onay aldı. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) de okudu ve belki de belli yerlerde müdahale etti o bildiriye, herkes bilir bunu, demek istediğim  MİT’in kontrolünden geçti. Öcalan yazdı, son halini MİT verdi.

Demek istediğim AK Parti ve İmralı çizgisi Sünniliği merkeze oturtan mezhepçi bir politikada anlaştı ve çözüm süreci bu eksende mi yürütülüyor?

AKP’nin istediği şey temelde, Kürtler ve Türkler ümmet temelinde bir camide bir araya gelmelidir, tezidir. İmralı, Kandil çizgisi de bunu kabul etti. Bakış açıları şu: Kürtler kardeşimizdir çünkü hepimiz Müslümanız. Hatta Davutoğlu –Başbakan Ahmet Davutoğlu– bu anlayışı Avrupa’ya taşıdı. Paris saldırısından sonra dedi ki, ‘İslam Avrupa’nın ayrılmaz bir parçasıdır, kimse İslam’ı Avrupa’dan atamaz.’ Demek istediğim Türkler ve Kürtlerden geçtim, bu İslam birliğini dünyaya yayıyorlar, ama Kobani’ye Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) taarruzundan sonra Kandil’in, Erdoğan-Davutoğlu’na güvenleri sarsıldı. Bundan sonra ne olacağını beraber göreceğiz.

Daha önce de Barış ve Demokrasi Partisi’ni (BDP) sadece ‘Kürt’ sözcüğüne vurgu yapıyor diye eleştirmiştiniz, hatta BDP’li Dersim Belediyesi için de benzer bir ifade kullanmıştınız ve ‘Alevi halkın değil de Hakkari’deki Sünni, Şafi bir halkın belediyesi gibi hareket ediyor’ demiştiniz.

Doğru bunları söyledim, Newroz bildirisinden dolayı söyledim bunları. Çünkü o bildiride Ezidilerin, Ermenilerin adı geçiyordu ve çok ilginçtir, orada onlara yönelik kötüleyici ifadeler vardı. Onların lobilerinden falan bahsediliyordu, Türkiye üzerinde oynanan oyunlardan söz ediliyordu. Ben de isyan ettim, neden dedim en az 15 milyonluk bir Alevi halkının adı bir kez bile geçmiyor orada, herkesi yazıyorsun da, onları neden yok sayıyorsun. Kamuoyunda da o yazdığım şeyler çok etkili oldu, herkes bunu sormaya başladı. Sonunda Öcalan, Selahattin Demirtaş kanalıyla açıklama yapmak zorunda kaldı, ancak 15 gün sonraydı, ‘ben bu mücadeleye Alevilerle başladım, yanımdaki şu kişi Aleviydi, bu kişi Aleviydi, ben onları çok seviyorum,’ gibi sözler söyledi.

“Öcalan markajı HDP’nin temel handikabıdır. Öcalan’ın tek adamlığı Kürtlere hayır getirmez”

Aslında soğuk savaşın sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin dağılması, neoliberalizm ve postmodern paradigmaların yaygınlaşmasından sonra sosyalist ve devrimci solda ciddi çözülmeler yaşandı. ‘Sol liberalizm’ denen bir yaklaşım yaygınlaşmaya başladı, kendini ‘sol liberal, özgürlükçü solcu’ gibi kavramlarla tanımlayan tırnak içinde ‘eski solcular, sosyalistler’ düşünce ve yazın dünyasında etkili olmaya başladılar. Bu süreçte aşırı şekilde kimlik siyaseti de topluma egemen oldu. Bu nedenle kendini solda tanımlayan ama çok farklı önceliklere sahip ve farklı mücadeleleri öncelemeyi öneren kişiler, örgütlenmeler, partiler de, politik düşünce tarihini ve toplumsal hareketlerin geçmişini bilmeyen, tarihselciliği dışlayan paradigmaların da yoğun hegemonik etkisi altında gelişen yeni nesillerde kafa karışıklığı yaratıyor. Herkesi ‘komünist, anarşist, sosyalist’ gibi yaftalayıvermek de eskisi kadar rağbet görmüyor. Sizin duruşunuzdan yola çıkarak bu farklılığı biraz açmak, netleştirmek istiyorum. Sizin yine solda olduğu iddia edilen HDP ile görüş farklılıklarınız nelerdir?

Öncelikle, HDP’yi Öcalan’ın belirlediği açıkça ifade ediliyor. Eğer HDP ve Koma Civakên Kurdistan’ı da (KCK) aynı çizgide birlikte değerlendireceksek, Kemal Burkay’ın söyledikleri de ortadadır, KCK’yı MİT’in kurduğunu iddia ediyor. İçişleri Bakanlığı da yapmış İdris Naim Şahin ‘KCK içinde 100 MİT elemanı var,’ dedi. Ben, Öcalan bağı ve uzun zamandır her şeyin İmralı ve Hakan Fidan’la görüşmeler temelinde yürüyor olması nedeniyle HDP’yi sorunlu görüyorum. Türkiye toplumunda Öcalan imajı iyi değil. Diyarbakır’da iyi olabilir, Kandil’de çok iyi olabilir, ama Ankara’da iyi değil, İstanbul’da iyi değil. Kürtlerin çok önemli bir bölümünün içinde de iyi değil. Öcalan kendisi bile, ‘beni bıraksanız bile çıkmam, benim o kadar düşmanım var’ dedi, birkaç defa adaya giden milletvekillerine. Oysa bunun dışında HDP’nin halkların kardeşliğine, kardeş kültürlere, emeğe vurgu yapan yönleri çok olumlu. HDP’nin o söylemlerini, bizim ‘Yeni CHP’ diye 2011’de inandığımız, güvendiğimiz dönemdeki söyleme yakın görüyorum. Bu Öcalan markajı, HDP’nin bence temel handikabıdır. Bir ilçedeki belediye başkanının belirlenmesine bile Öcalan müdahale ediyorsa, orada sorun olur. Hiçbir liderin böyle bir müdahale gücü olmamalı, Kılıçdaroğlu’nun da, Erdoğan’ın da olmamalı. Oysa PKK tüzüğü’nün 10. maddesi, KCK sözleşmesi’nin 11. maddesi Öcalan’ı, ebedi ve değişmez lider olarak takdim eder ve kutsar. Tek adam yönetimi şu anda Türkiye’nin temel meselesidir, Parlamentonun da kaynağında tek bir adam var. Bir de başkanlık rejimi projeleri var. Bu Kürt hareketi açısından da böyledir ve büyük bir sorundur. Kürtler, maalesef demokratikleşme açısından Türklerin gerisinde kaldılar. Türkler 200 yıldır bir şekilde Batılılaşma mücadelesi içindeler. Osmanlı’da başladı, 1839’larda. Bu bakımdan Öcalan’ın tek adamlığı Kürtlere de hiçbir hayır getirmez, onu söyleyebilirim.

Buradan hareketle Orta ve Batı Anadolu’daki Kürtlerle Doğu’daki Kürtler arasında da ciddi farklar mı var?

Evet, özellikle Batı’da doğup büyüyen Kürtler daha fazla laik ve daha başka fikirlere açıktır. Gezi sırasında yaşadıklarımı anlatayım, Ankara’nın pek çok yerinde Ankara’da doğmuş büyümüş Kürt çocukları gaz bombalarının altında kaldılar, ama BDP’nin Gezi hareketini ‘darbe’ gören, bu hareketi dışlayan yaklaşımları oldu. Hatta Öcalan ondan sonra ‘Ergenekonculara meydanı bırakmayın’ dedi, Gezi sürerken, ancak ben Ankara’da çok sayıda Kürt genci gördüm eylemlere gelen. Onlar ne Öcalan’ı ne de BDP’yi dinlediler. Batıdakiler o hegemonyanın, en azından ideolojik hegemonyanın dışında duruyorlar. En azından eğitim görenler. Benim yürüdüklerim Ankara Üniversitesi ve ODTÜ’den çocuklardı. Anneleri babaları Diyarbakır doğumluymuş, Gezi’de dövüşüyorlardı, hem de kavganın en sertini, en onurlusunu vererek.

“Bir tarafta diktatör olan birisi, diğer tarafta demokrat olup Kürt sorunun çözebilir mi? HDP’liler henüz bu sorunun yanıtını verebilmiş değiller”

Gezi’de BDP yoktu, ama BDP’li gençler oradaydı, Kürt gençleri oradaydı. O zaman BDP, şimdi HDP eşbaşkanı olan Selahattin Demirtaş’ın ‘Gezi’de darbeyi gördük’ açıklaması çok konuşuldu, eleştirildi. AK Parti hükümetinin pek çok anti-demokratik uygulamaları ve ülkenin her yerinde emekçilerin, öğrencilerin, işçilerin işyerlerinde, okullarında, sokaklarda öldürülmesi toplumda büyük kırılmalara yol açarken önce BDP, şimdi de HDP’nin ‘çözüm süreci’ baltalanır gerekçesiyle sert muhalefet yürütmemesi, insanların hak arayışlarına yeterince destek vermemesi çok eleştiri konusu oldu. Türkiye’nin partisi olmak üzere yola çıkan HDP şimdi emekçilerin, ezilenlerin partisi olduğunu söylese de bir inandırıcılık sorunu ortaya çıktı. Acaba ‘çözüm süreci’ her şeyden önemli mi yoksa hak arayışlarına çok duyarlı olması beklenen BDP’li, HDP’li siyasetçilerin bildikleri ama bizim bilmediğimiz başka şeyler mi var?

Baskın Oran, akil adamlardan ayrıldığı zaman bir toplantıya davet edilmişti, Erdoğan yine kendisi çalıp kendisi oynuyor, akil adamlarla. Baskın hoca, liberal kökten gelen, çok eskilerde Atatürkçü olan birisidir. Ben 1980’lerde Siyasal’da derslerine gitmiştim, şimdi milletvekilliği dönemimde sıkça görüşüyorum. Şöyle dedi, ‘Ülkenin bir tarafı gaz bombası altındayken, 14 yaşında çocuklar öldürülürken, çözüm süreci konuşmak ahlaki değil, Batı’da böyle gaddarsanız Doğu’da da siz bir şey çözemezsiniz.’ Çok takdir etmiştim. Tabii ki bu çözüm süreci çok önemli, Kürtlerin çok uzun yıllardır zulüm altında kalmışlıkları var, barışa susadılar, arayış içindeler, –işte Cizre’de olan olayları haftalardır izliyorsunuz–, dün altıncı çocuk öldürüldü orada. Bu çatışma altında yine karanlık senaryolar devrede. Gerçekten bir tarafta diktatör olan kişi, diğer tarafta demokrat olacak ve Kürt sorunu gibi bir sorunu çözebilecek mi? Bu sorunun yanıtını HDP’liler de henüz veremediler. Bütün HDP’lilerin ve Kürt siyasetçilerinin bu sorunun yanıtını da verebilmeleri gerekiyor.

Aslında müzakere sürecine yönelik hükümet kanadının samimiyetine dair zaman zaman bireysel de olsa sert tepkiler yükseliyor. Kandil’den de ağır eleştiriler geliyor. Ancak bu süreci daha çok Öcalan yönlendiriyor gibi görünüyor ve onun vesayeti altında kalan HDP de bu sürecin bozulmaması için doğrudan AK Parti’ye karşı sert ve çeşitliliği olan bir muhalefet içine giremiyor. Oysa Kürt halkı sokakta mücadelesini sürdürüyor, çözüm süreci vesayetine girmeden, belki oy verdikleri partinin ötesine geçerek, hükümetin pek çok uygulamasına ciddi bir muhalefet ortaya koyuyor gibi görünüyor. Katılır mısınız? Sokakta büyük bir savaş devam ediyor, her gün insanlar ölüyor, şiddet ve kan hiç durmuyor. O siyaseti de, o mücadeleyi de görmek, konuşmak gerekiyor. Siz bunları yakından takip ediyorsunuz. Sokaktaki eylemleri ve olayları nasıl yorumluyorsunuz?

Tabii, 6-7 Ekim Kobani protestolarında Türkiye’de, İzmir’de ve İstanbul’da bile ölenler oldu. Tüfekle vuruldular, kurşunla öldürüldüler, tam 50 kişi hayatını kaybetti, isimlerini bile bilmiyoruz,  açılmış tek bir soruşturma yok. Bizzat İçişleri Bakanı söyledi. O zaman bu 50 ölüden sonra, Hür Dava Partisi’nin (HÜDA PAR) yoğun hükümet yönlendirmesiyle cinayet işlediğine dair Kürtlerin içinde bir kanaat oluştuktan sonra, Kandil’deki PKK yöneticileri de çok doğru şeyler söylediler. Şöyle dediler: ‘Erdoğan bizi ilk günden beri oyalıyor, hiçbir zaman Kürt sorununu çözme niyeti yok, biz şu an için müzakere yürütüyoruz, ama silahlı mücadeleye de hazırız, Erdoğan ve AKP’den bir şey beklemiyoruz, kendi mücadelemizle ilerleriz.’ ‘Bayık’tan Karayılan’a, oradan Bese Hozat’a kadar, müzakere aslında aldatmacadır,’ diyerek, çok doğru şeyler söylediler. Ben, Kandil’de AKP’ye ve Erdoğan’a bir güven olmadığını PKK temsilcilerinin sözlerinden anladım, Meclis içinde konuştuğum HDP milletvekilleri de bunu söylüyor; ‘Biz AKP’yi yeni anlıyoruz ama şu an bir süreç yürüyor ve o sürecin bozulmaması için azami dikkat gösteriyoruz,’ diyorlar. AKP’ye, Erdoğan’a veya Hakan Fidan’a inanan HDP’li bir milletvekili şu ana kadar görmedim. Müzakereyi savunan milletvekili yok, gerçekten çok enteresan bir şey. Demek istediğim, Kandil’in, dağdaki HDP’lilerin inanmadığı desteklemediği bir süreç var,  ama birisi de bu şekilde devam etmesini istiyor ve kabul da ettiriyor, bu da ayrıca çok tuhaf.

Bu konuda ciddi bir kafa karışıklığı olduğu görülüyor. İnsanlar en azından ‘Uludere’nin hesabını vermeyen bir partiyle pazarlık yapmayız’ diyen Selahattin Demirtaş’ın dönüp dönüp tekrar masaya oturmasını ve süreci desteklemesini bir türlü anlayamıyorlar. Bu da çok eleştiri konusu oluyor. Bir yanda KCK, hatta HDP, MİT projesi gibi komploları dillendirenler var, bir tarafta da Kürtler müzakere yapmayı öğrendi, görüntüye bakmamak lazım diyenler de var.

BDP’li bir milletvekili bir gün, ‘Hakan Fidan keşke Başbakan olsa, biz de MİT’le değil Başbakan’la görüşmüş oluruz,’ deyiverdi. Bu inanılmaz bir şey. Demek istediğim, MİT Başkanı’nın ülkenin devlet başkanı olması dünyanın her yerinde sakıncalıdır çünkü o güvenlikçidir, siyaset adamı değildir. Müzakere uğruna MİT Başkanı’nın başbakan olmasını bile önerdiler. Bu benim açımdan çok öğretici bir şey. MİT bir de tarihi hep karanlıkla dolu olan bir örgüt. Komploları, Maraş katliamındaki, yakınlarda Reyhanlı bombalamasındaki rolü, hiçbirinin hesabını vermemiş. MİT’in başındaki adamı başbakan görmek istiyor. Demek istediğim, müzakere için bu kadar da Türkiye tarihini inkar etmeye, tarihte herkesin gördüğü gerçekleri reddetmeye gerek yok, bu kimseye yakışmaz.

“Gülen cemaatinin CHP’yi ele geçirmesi söz konusu değil. AKP cemaate karşı cadı avı başlattı. CHP, cemaat baskı altında olduğu için cemaat eleştirilerini geri planda tutuyor”

CHP ile Gülen cemaatinin belli bir ortaklığı olduğu, Gülen cemaatinin yeni partilerde değil de CHP de örgütlendiği, en az 20 milletvekili olduğu ya da 20-25 Gülenci adayın milletvekili olacağı gibi iddialar var. Bu konularda ne düşünüyorsunuz?

Bunları duymadım. Bir kadro isteği ya da CHP içinde örgütlenmek gibi konulardan haberdar değilim fakat CHP’nin özellikle seçim dönemlerinde toplumun en geniş kesimlerinden destek almak için esnek davrandığını ben de görüyorum. Tahminim cemaate dönük AKP’nin kabul edilemez bazı hukuki girişimleri, –binlerce polisin, yüzlerce savcının görev yerinin değiştirilmesi, insanların tutuklanması, dinleme gibi Türk Ceza Kanunu’na göre hafif bir suç olan eylemlerden dolayı– birçok polisin birçok kentte tutuklanması gerçekten herhangi bir milletvekilinin, herhangi bir hukuka bağlı yurttaşın kabul edebileceği uygulamalar değil. Bu cadı avına dönüşmüş durumda. CHP bu nedenle de baskı altında olduğu için, sanırım cemaati baskı gören bir grup olarak gördüğünden dolayı da cemaat eleştirilerini bir parça geri planda tutuyor, ama kendim şahsen cemaatin de AKP kadar son 10 yıldan işlenen bütün suçlar açısından vebal altında olduğu düşünüyorum. O bakımdan cemaatle ya da başka bir dini oluşumla yürümeye değil, bütün toplumu aydınlatmayı ve bütün toplumdan kendi prensiplerimize göre oy istemeye ihtiyacımız var diye düşünüyorum.

“Cemaatin özellikle yargı ve poliste yuvalanan kadrolarının yargılanması gerektiğini düşünüyorum. Ergenekon’dan içeri atılan, Balyoz kumpasından tutuklatılanlar hep cemaatin planları nedeniyle tutuklandılar. Hepsinden hesap sorulmalı. Ama bunu AKP yargısı yapmamalı”

AK Parti hükümeti cemaat konusunda çok sert ve keskin bir tutum izliyor. Paralel yapı, devlet düşmanlığı, millet düşmanlığı, Haşhaşi yapılanması benzeri suçlamaların ardı arkası kesilmiyor. Cemaatin CHP’yi ele geçirdiği iddiaları da sıkça ortaya atılmaya başlandı. Siz cemaat denen yapılanmanın, en azından belli bir kısmının ciddi oranda suça bulaştığını, devlet içinde stratejik olarak örgütlendiğini ve çok tehlikeli bir yapı olduğunu düşünüyor musunuz?

Öncelikle cemaatin CHP’yi ele geçirdiğini ya da geçireceğini zannetmem, böyle bir ihtimal yok, öyle bir gücü de yok zaten, fakat cemaatin özellikle yargı ve poliste yuvalanan kadrolarının yargılanması gerektiğini düşünüyorum ben. Ergenekon’dan içeri atılan, Balyoz kumpasından tutuklatılanlar hep cemaatin planları nedeniyle tutuklandılar. Hepsinden hesap sorulmalı. Zekeriya Öz’ler ve diğerleri gırtlağına kadar suça bulaşmışlardır. Şu an onlara yapılanlar açık bir baskı olsa, hukuksuz bir şey olsa bile, gerçek böyledir, ama bunu zaten AKP yargısı yapmamalı çünkü AKP yargısı yaparsa, onlardan öç almaya kalkacak, objektif bir yargılama olmayacak. Buna rağmen, demokratik bir yargının görevi AKP ile birlikte cemaatin de geçmişte işlenen suçlardan dolayı soruşturulmasıdır.

Bir başka iddia da CHP içinde ‘Yeni Dersimliler’ gibi bir gruplaşma olduğu yönünde, bu grubun da belediyelerde vs. ciddi şekilde örgütlendiği, bazı yolsuzluklara bulaştığı ve kendilerini güvenceye almak adına partide daha da örgütlenme peşinde olduğu konuşuluyor. Bu grubun da sizin disipline gönderilmeniz de etkisi olduğu iddia ediliyor. Bunların gerçekliği var mı?

Ben böyle bir grubu hiç duymadım, fakat CHP içindeki, Tunceli örgütünün içindeki kadroların çok şiddetli milletvekilliği mücadelesi yürüttüğünü, 40 yılı Dersim’de tüketmiş biri olarak iyi biliyorum. Benim siyaset dışında kalmamdan mutlu ve memnun kalacak insanlar olabilir. Benim aday olmamam halinde Dersim’den aday olabileceğini düşünen, benim disiplinde ceza almamı hevesle bekleyen Dersimliler olabilir, ama bunu da hani siyasetin bir cilvesi olarak görüyorum, gülüp geçiyorum, hoşgörülüyüm.

“CHP nasıl bir toplum tahayyül ediyor bilmiyoruz.
CHP muhalefet tarzını değiştirmeli”

CHP, ana muhalefet partisi olarak, en çok hükümet eleştirisinden öteye geçemiyor diye eleştiriliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Doğru, doğru. Yolsuzluğa kafayı takmış durumda. 17-25 Aralık’tan beri 14 aydır yatıyor kalkıyor yolsuzluk diyor. Türk toplumunun bir bölümü yolsuzluğu kabul etmiş durumda, yolsuzlukla bir sorunu yok. Çalıyorlar ama iş yapıyorlar, diyor. Söylemini değiştirmeli CHP. Hep buna bağlı kalmamalı, ben de bu eleştiriyi doğru buluyorum.

CHP’nin ne söylemesi gerekiyor peki? Bazen de öyle uzun ve çok madde açıklıyorlar ki bunları akılda tutmak ve halkta gündem yaratması da mümkün olmuyor sanırım…

Yok, haklısınız, kesinlikle onlar yetmez, evvelden 16 maddeydi, geçen 72 madde açıklamışlar. Dedim ki 72 maddeyi ben aklımda tutamam. Siyaset böyle olmaz, Demirel 3 şey söylüyordu, gidiyordu bir yerde yemek yiyordu, sıradan yurttaşın kafasında kalıyordu. Böyle yapılmamalı. Bence, öncellikle biz nasıl bir toplum tahayyül ediyoruz, nasıl bir sosyal demokrasi, CHP buna karar vermeli. Ben bilmiyorum mesela CHP nasıl bir toplum tahayyül ediyor.

Biraz daha açar mısınız? Siz nasıl bir toplum hayal ediyorsunuz?

Mesela Kılıçdaroğlu bir toplantıda, ‘bulunduğunuz bölgelerde imamlara gidin deyiverdi, imamlarla çalışın, onlardan oy isteyin,’ dedi. Çok ilginç bir şey bu. İmamların hiçbiri CHP’li değil, imamlar parlamentoya karşı, Allah’ın kurduğu düzen belli, diyorlar, Kuran’da her şey yazılmış onlara göre. Kuşkusuz ki imamlardan oy istenebilir, gidilebilir ama imamlarla gidin siyaset yapın, mesela bu toplantıda bunu söyledi genel başkan. Bu anlamda ben CHP nasıl bir toplum istiyor anlamıyorum. Mesela, bütün okulları İmam Hatip yapmak istiyor AKP, CHP’nin hiçbir itirazı yok, sadece izliyor. Mahalle mahalle halk örgütleniyor, direniyor, İmam Hatip istemiyoruz diye, CHP bu tartışmada nerede duruyor ben bilmiyorum. Ama kendimi biliyorum. İmam hatip olmamalı, bize ilim insanları, araştırmacılar, kimyacılar, sporcular, balerinler, felsefeciler lazım, imam lazım değil, ama CHP hiç bunu söylemiyor, çok tuhaf bu. Bir davası olmadığı için muhalefet de yapamıyor, toplumun bütün kesimleri kabul eder diye, sadece yolsuzluk üzerinden konuşuyor. Siyasal İslam’a dair ne söylüyorsun, IŞİD şiddetiyle ilgili ne diyorsun, dinsel eğitim, anaokuluna ‘değerler eğitimi’ adı altında dini sokuyorlar, 4 yaşındaki çocuğa din korkusu aşılayacaklar, şunu yapma günah bunu yapma bilmem ne, şunu yaparsan cennete gidersin, cinler gelir, bir kuşak yok ediliyor bu eğitim sistemiyle. Önümüzdeki kuşaklar resmen kör ediliyor, CHP ne diyor ben hiçbir şey söylediğini görmüyorum.

Son olarak CHP’yle ilgili ilk girdiğinizde beklediğiniz ya da düşündüğünüz CHP’yle yaklaşık 4 yıldır tecrübe ettiğiniz CHP arasında farklar var mı? Neler görüyorsunuz?

Ben çok iyimser idim başta, sol ve yeni bir CHP diye düşünüyordum ama daha sağa doğru gittiğini gördüm. Benim açımdan bir hayal kırıklığı oldu. Bu 4 yılda benim özlediğim yere doğru bir gidiş yok, benim eleştirdiğim yere doğru gidiyor. Bunu engelleyecek gücüm de yok, zaten disipline verildim, belki parti bir takım yaptırımlar uygulayabilir. Bu kişisel deneyim, bu şekilde partinin ve şahsımın tarihine yazılır.

Kınama cezası bile alırsanız milletvekili adayı olmadığınız doğru mu?

Evet, siyaset yasağı geliyor. O nedenle kınama verilirse, muhtemelen siyasi olarak da tasfiye edilmiş oluyorum.

Eğer aday olamazsanız bir planınız var mı? Bağımsız olarak aday olma gibi?

Yok, hiçbir planım yok, parti üyesi olarak bile hiçbir şey yapamadım, Dersim meselesinde bile Türkiye yol kat edemedi. Milyonlarca insan bu meseleyi benim de katkımla duymuş oldu, öğrendi. Tamam, bu çok önemli bir değişim, çok değerli, ama bir karar alamadı parlamento. Dolayısıyla parti olarak yapamadığım, yapılmasına katkıda bulunamadığım bir şeyi tek başıma nasıl yapabilirim ki.

-BÖLÜM I SONU-

© 2015 Research Turkey. Tüm hakları saklıdır. Bu röportaj referans verilmeden basılamaz, çoğaltılamaz veya kopya edilemez.

Röportajı şu şekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

Research Turkey (Şubat, 2015),  “Hüseyin Aygün ile Röportaj: Türkiye’nin Siyasi Dinamikleri: Geçmişin Mirası ve Bugünün Artan Zorlukları (Bölüm I): CHP’nin Siyasi Dinamikleri, Çözüm Sürecinin Perde Arkası ve Yaşanan Toplumsal Kırılmalar”, Cilt IV, Sayı 2, s.79-101, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey), Londra: Research Turkey

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...