Dr. Nazan Üstündağ ile Röportaj: Günümüz Türkiyesi’nin Belli Başlı Sosyal Sorunları – Bölüm II

Date:

Dr. Nazan Üstündağ ile Röportaj: Günümüz Türkiyesi’nin Belli Başlı Sosyal Sorunları 

Bölüm II

Halkların Demokratik Partisi’nin Seçim Barajı Sorunsalı, Kürt Hareketinin Evrensel Söyleminin Orta Doğu’daki Özgürleşmeye Katkısı

Türkiye’de sosyolojik dönüşüm tüm hızıyla devam etmektedir. Bu dönüşümün birincil yansımalarından biri de kadınlara yönelik şiddet ve nefret cinayetleridir. Artan bu şiddete karşı da, kadınların başkaldırı ve direnişleri de daha da artmaktadır. Bununla birlikte, Kürt sorunu konusunda da hem Barış süreci hem de Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) parti olarak 2015 genel seçimlerine katılması Türkiye’deki hem partileri hem de farklı sosyal tabakları etkilemektedir. Bu dinamikleri derinlemesine irdeleyebilmek için, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey) olarak Dr. Nazan Üstündağ ile Türkiye’deki belli başlı sosyolojik ve siyasal dinamiklere dair bir röportaj gerçekleştirdik.

Dr. Üstündağ,  Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır. 2005 yılında Indiana Üniversitesi’nde “Moderne Ait Olmak: Türkiye Kentlerinde Kadınların Çilesi ve Öznellikleri” isimli doktora tez çalışmasını bitirmiştir. Sağlık reformu konusunda bir kitap derlemiştir. Çalışmaları postkolonyalite, feminist teori, anlatı metotları, devlet ve şiddet çalışmaları ve devlet etnografyası konularını içermektedir. 2013’ten beri dünyada barış süreçleri hakkında yazılar yazmaktadır. Özgür Gündem, Feminist Yaklaşımlar, Bianet ve T24’te aktüel yazıları yer almaktadır. Ayrıca, Türkiye Jadaliyya sayfasının editörlerindendir. Barış için Kadın Girişimi, Barış için Akademisyenler ve Barış Meclisi’nin kurucularındadır.

Röportajımızın ikinci bölümünde ise, Türkiye’nin belli başlı sosyal ve siyasal gelişmelerine değindik. İkinci bölümde özellikle, Kürt hareketi ve Barış süreci ve de HDP’nin 2015 genel seçimlerindeki durumunu konuştuk. Ayrıca, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin hazırladığı iç güvenlik yasa tasarısı, sağlıkta dönüşüm politikaları ve dış politikadaki tutumunu irdeledik.

Röportajın Özeti

Kürt Özgürlük Hareketi; demokratik özerkliği, kadın özgürlüğünü veya ekolojik bir dünyayı şimdi sadece Kürdistan için değil Türkiye için ve bütün Orta Doğu için istiyor.

Halkların Demokrasi Partisi’nin (HDP) barajı geçeceğini düşünüyorum. HDP herkese yöneliyor, ama bu barajı aşmak için değil, Türkiye’ye ve Orta Doğu’ya yeni, özgürlükçü, kadın özgürlükçü, ekolojik bir dünyayı kurma talebi olduğu için herkese sesleniyor.

Politik partinin kendi evrensel değerleri partiyi örgütler. Bu nedenle, HDP hem dindar Kürtleri hem de seküler şehirlileri de örgütlemeye talip olmalıdır çünkü bu ayrımlar bize şu anda var olan sistemin dayattığı anlaşmalardır.

90’lardan beri olan barış deneyimlerinin sonucunda Birleşmiş Milletler kadınların katılmadığı barış süreçlerinin başarısız olduğunu belirtiliyor.”

Barış süreci çok uzun bir süreçtir. Demokratik özerklik olsa bile Kürdistan’da barış süreci tamamlanmış olmayacak. Sistemin değişmesi, insanların demokratik bir şekilde birbirleriyle ilişkilenmesiyle barış süreci gerçekleşecektir.

İç güvenlik yasası bir iç savaş yasasıdır. Devletin halka, muhaliflere kolluk güçleriyle savaş açmasının yasallaşmasıdır. Özellikle, barış süreci çerçevesinde, demokratikleştirme süreci çerçevesinde toplumun kendisini siyasi ve sosyal olarak ifade etmesinin önüne büyük engeller getirildi.”

Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) de her zaman neoliberal parti olarak gördüm ve bu anlamıyla insanların olanaklarını ve özgürlüklerini kısıtlayan bir parti olarak gördüm. Ama belli bir konjonktürde, AKP, Türkiye’deki belli toplumsal kesimlerin tarih sahnesine çıkma arzusuna cevap oldu.

Türkiye’de aydınlar hep bir ‘devletin restorasyonu’ projesine yatırım yaptılar ve AKP’yi devleti değiştirdiği ölçüde o restorasyona AKP ile birlikte yatırım yaptılar.

Gezi her politik mesajı aşan, her politik mesajı aşkın bir şeydi. Aynı şekilde, Ekim Olayları da herhangi bir politik mesaja indirgenemez.”

AKP’nin uyguladığı ‘sağlıkta dönüşüm’ tamamıyla Dünya Bankası’nın sağlık ekonomisini neoliberalist bir politikanın içine almak için yaptığı tavsiye kararının aynen uygulanmasıdır.

Arap Baharı’nı çok önemli. Orta Doğu’da özgürleşme arzusuna ve kendi geleceğini yaratmaya dönük büyük bir enerji açığa çıktı.

Müzakerenin devam etmesi, müzakerenin bir hakikate dönüşmesi, gerçekten tartışılabilmesi ve Orta Doğu’da farklı evrensel modellerin birbirleriyle meşru ve açıkça yarışmasını, bunun kapalı kutular ardında yürümesinden çok daha olumlu buluyorum.

Röportajın Tam Metni

Pekala, sizinle biraz da Halkların Demokrasi Partisi’nden (HDP) ve HDP’nin seçim çalışmalarıyla ilgili konuşmak istiyorum eğer sizin için de uygunsa. Öncelikle HDP’nin Türkiyelileşme projesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce HDP’nin ‘Kürt Partisi’ imajından sıyrılıp soldaki boşluğu doldurması için neler yapması gerekiyor?

Yani Türkiyelileşme dediğimiz şey, ben şunu anlıyorum Türkiyelileşmekten: Kürtlerin daha önceden sadece Kürdistan’da bir Kürdistan’ı değiştirme-dönüştürme ve yahut da nasıl diyeyim, böyle bir talebi vardı. Şimdi artık Kürtler bunu aştı. Kürtler bütün Türkiye’yi yönetmeye talipler çünkü, yani Kürtler derken Kürt Özgürlük Hareketi anlayışı diyeyim, Kürt Özgürlük Hareketi; demokratik özerkliği, kadın özgürlüğünü veya ekolojik bir dünyayı şimdi sadece Kürdistan için değil Türkiye için ve bütün Orta Doğu için istiyorlar. Bu yüzden de bence, Kürt Hareketi, Türkiyelileşmiştir ve Ortadoğululaşmıştır, evrenselleşmiştir. Öbür taraftan HDP açısından bakacak olursak HDP de bunu anlatabildiği ölçüde, bu evrenselliğe talip olduğu ölçüde bu Orta Doğu’nun da Türkiye’nin de dünyanın da önemli bir gücü olacaktır diye düşünüyorum.

“Kürt Özgürlük Hareketi; demokratik özerkliği, kadın özgürlüğünü ve ekolojik bir dünyayı şimdi bütün Orta Doğu için istiyor”

Peki HDP’nin barajı aşma şansını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence kesinlikle aşacak. Orada ben hiçbir sorun görmüyorum yani.

Halihazırda zaten HDP’nin barajı aşması yönünde kamuoyunda da yoğun bir beklenti ve ilgi de oluşmuş durumda olduğu söylenebilir. Hatta MHP’li olmasına rağmen bu seçimlerde HDP’ye oy vereceğini duyduğumuz çeşitli insanlarla da karşılaştık. HDP sizce barajı aşar mı sorusuna da cevap verdiniz ama barajı aşmak için sizce HDP dindar Kürtlere mi yoksa şehirli, seküler, kendini solcu addeden kitlelere mi yönelmeli? Ve yine bu bağlamda 6-7 Ekim Olayları’nı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben dediğim gibi barajı geçtiğini düşünüyorum. Geçeceğini düşünüyorum. Bir yere yönlenmesi derken hepsine yönlenmeli ama bu barajı geçmek için değil, Türkiye’ye ve Orta Doğu’ya bir evrensel, yani yeni, özgürlükçü, kadın özgürlükçü, ekolojik bir dünyayı kurma talebi olduğu için herkese sesleniyor HDP, ha bunun örgütsel sorunları var mı, var. Örgütsel olarak bunu iyi anlayabiliyor mu, bunu iyi örgütleyebiliyor mu bu düşünceleri? Hayır henüz değil, ama şu anda bir atılım içinde, bu atılım barajı geçmek için yeterli olacaktır ama Türkiye’yi yönetmek için yeterli olmayacak. Yani %40, %50 alması gerekir HDP’nin aslında taşıdığı evrensel değerler sebebiyle ama henüz örgütsel yapısı buna kavuşmadığı için henüz kendisini bir takım geleneksel parti reflekslerinden kurtaramadığı için %11-12’de kalacaktır diye düşünüyorum. Bu bir tarafı. Öbür taraftan 6-7 Ekim Olayları’nı ne açıdan değerlendireyim?

Yani 6-7 Ekim Olayları’nda da iki ayrı addedebileceğimiz Kürt grubunun özellikle birbiriyle çatışması ekseninde de cereyan etmiş bazı olaylar olduğundan dolayı HDP’nin hangi kanala yönelmesinin nasıl sonuçları olacağını düşündüğünüzü öğrenmek istiyorum.

Bence politik bir parti birini başkasından daha az, birini başkasından daha, yani kendi evrensel değerleri vardır ve bu evrensel değerleri örgütler. Yani HDP tabii ki dindar Kürtleri de örgütlemeye talip olmalıdır, seküler şehirlileri de örgütlemeye talip olmalıdır çünkü bunlar aslında bu ayrımlar bize şu anda var olan sistemin dayattığı anlaşmalardır. Yoksa şehirli, precariat’nın son dönem kapitalizmle yaşadığı ezilme ve güç kaybetmeyle işte dindar Kürtlerin çöllerde, diyelim ki tarımdan uzaklaştırılmaları, alanlarının mahvedilmesi, bunlar birbirlerinden ayrık şeyler değil. Biz bunların tam da aynı tahakküm, aynı iktidar araçlarıyla yapıldığını iddia ediyoruz ve bunu gösterebildiğimiz ölçüde zaten Türkiye’de yeni gruplaşmaları hayal etmeyi mümkün kılmalıyız. Yoksa seküler şehirliler ve dindar Kürtler denilen ayrım şu anki iktidarın bize dayattığı ayrım. Ben bu ayrımı kabul etmiyorum zaten. Yani bence ezenler ve ezilenler var. Bence güç kaybedenler ve güç kazananlar var.

HDP’nin farklı kesimlere seslenmesi barajı geçmek için değil, onun özgürlükçü, kadın özgürlükçü, ekolojik bir dünyayı kurma talebi olduğu için

Peki barış sürecinin geldiği son nokta itibariyle Öcalan’ın yaptığı silah bırakma çağrısının değerinin ve öneminin yadsınamayacağı hususunda hemfikiriz zannedersem, gerek sürecin işleyişi, gerek geldiği nokta itibariyle sürece dair fikirlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz? Sizce barış sürecinin içeriği ne kadar sürdürülebilir? Ya da bu sürecin kamuya açık olmaması halklar arasındaki barışın ve karşılıklı anlaşmanın tesisine zarar veriyor mu?

Bence birçok sorun var barış sürecinde; şeffaf olmaması, şu anda toplumsal grupların katılmasını açacak mekanizmalarının olmaması, tarafların eşit bir şekilde masada yer alamaması… Bütün bunlar çok büyük sorunlar ama ben barış sürecinden memnunum. Yani çünkü barış sürecinin devam etmesinin Türkiye’deki bütün halklar açısından faydalı olduğunu düşünüyorum. Ama yani ben hani şey diye düşünüyorum, bu barış sürecinin hakikaten bir toplumsal barış haline gelebilmesi için, iktidara rağmen barış, iktidarla mücadele ve müzakere… Ben bunları çok önemsiyorum. Çünkü barışın olabilmesi şey değildir yani işte Kürtlere anadil hakkı, atıyorum, veya işte gibi hani böyle özel şeylerden ibaret değil sadece barış. Barış yeni bir toplumu kurmak, yeniden halkların bir arada yaşayacağı bir akit oluşturmak, bir toplumsallık oluşturmak. Bu da çok uzun mücadele gerektiren bir şey, yani bir masada oturup halledilecek bir şey değil. Ama şu anda bir masanın var olması bunu mücadelesinin verilmesi için bir altyapı sağlıyor.

Peki sizce bu halkların birbiriyle kaynaştırılması ve toplumsal hafızanın iyileştirilip huzura kavuşturulması için neler yapılması gerekir?

Ya halkların birbiriyle kaynaştırılması, toplumsal hafızanın… Yani bunlar önemli şeyler doğru. Birçok şey yapılabilir tabii ki geçmişle yüzleşme yapılabilir ama ben mahalle temelinde çok şey yapılabileceğini düşünüyorum çünkü mahallelerde çok büyük tansiyonlar var. Ve bu sadece Kürtlerle Türkler arasında değil, Aleviler ve dindar Sünniler arasında da var. İşte demin konuştuğumuz gibi kadınlar arasında var. İşte gençler ve yaşlılar arasında var. İnsanların birbirleriyle sadece ya nefret üzerinden veyahut da pazar üzerinden ilişkilendiği bir toplumda yaşıyoruz. Oysaki ilişkilenme alanlarını çoğaltmak, ilişkilenme alanlarını demokratikleştirmek gerekiyor. Yani böyle örgütlenmeler sağlanması gerekiyor zaten HDP’nin programında olanlar bunlar olduğu için ben HDP’li olarak tanımlıyorum kendimi.

Politik partinin kendi evrensel değerleri partiyi örgütler. HDP, hem dindar Kürtleri hem de seküler şehirlileri de örgütlemelidir

Yakın zamanda yazdığınız makalelerinizde barış görüşmelerinin kamusal alandaki erkek egemenliğini de doğallaştırdığından bahsetmiştiniz. Bu sizce AK Parti’nin genel ataerkil tutumundan kaynaklanıyor, yoksa başka sebepleri de var mı altında yatan?

Yani mesela sırlara vakıf olmak meselesi yani bir takım sırlar var, onlara vakıf olanlar var, onlara vakıf olmayanlar var. Genelde kadınlardır sırlardan uzak olan. Yani erkeklik zaten sırlar üzerinden kurulur. Kadınları dışlayan sırlar üzerinden kurulur. Öbür taraftan işte egemenlerin masada oturuyor olması, yani egemen derken büyük adamların masalarda oturuyor olması, o büyük adamların birtakım konularda konuşuyor olması ve toplumun bundan bihaber olması… Bunlar hep belli erkeklik türlerini zaten güçlendirir. Nitekim zaten 90’lardan beri olan barış deneyimlerinin sonucunda Birleşmiş Milletler kadınların katılmadığı barış süreçlerinin başarısız olduğunu söylüyorlar. Çünkü kadınlar oturdukça o masalara toplumlar demokratikleşiyor ve toplumsallaşıyor. Mesela Kolombiya’da geçen sene iki kadın oturtuldu masaya, biri insan haklarından geliyor biri kadın hareketinden geliyor. Masada toplumsal meseleler de konuşulmaya başlansın diye. Burada mesela Ceylan Bağrıyanık ve Pervin Buldan’ın masada olmasını ben çok önemsiyorum ama bunun ötesinde daha da fazla kadın olması, insan haklarından gelen kadınların olması, Türkiye Feminist Hareketi’nden gelen kadınların olması ve daha şeffaf bir şekilde o masalarda nelerin konuşulduğunun kamuya aktarılması, kadın meselelerinin konuşulması, bu savaşta kadınların yaşadıklarının konuşulması bence barış süreçlerini daha toplumsallaştıracak ve daha derinleştirecektir.

 

Barış süreçlerinde kadınların olması, barış süreçlerini daha toplumsallaştıracak ve daha derinleştirecektir

Peki yine çözüm sürecinin bu denli uzamasının sebepleri arasında kadınların masada olmamasını da görüyorsunuz herhalde?

Ben çözüm sürecinin o kadar uzadığını düşünmüyorum. Yani ben orada daha farklı düşünüyorum. Çözüm süreçleri uzun süreçlerdir zaten yani bugünden yarına olmaz yani bugünden yarına örneğin demokratik özerklik olsa Kürdistan’da barış süreci tamamlanmış gene de olmayacak. Yani yeni bir şeyin, biz burada sistemin değişmesinden, yeni bir akit oluşmasından, insanların demokratik bir şekilde birbiriyle ilişkilenmesinden bahsediyoruz. O yüzden bence barış süreci daha çok çok uzun bir süreç.

Biraz da arzu ederseniz iç politikadan konuşalım. AKP’li vekillerin şiddete başvurmaktan imtina etmeden meclisten geçirmeye çalıştığı ‘İç Güvenlik Yasa Tasarısı’ hakkında ne düşünüyorsunuz ve meclisteki şiddetin halka yansıması sizce nasıl olur? Bu tasarının süreç açısından da tehlike teşkil ettiğini söylemek mümkün müdür? Eğer öyleyse sizce ne gibi tehlikeler teşkil edebilir?

Yani iç savaş yasasıdır bu. Yani devletin halka, muhaliflere kolluk güçleriyle savaş açmasının yasallaşmasıdır. Yani burada tartışacak hiçbir şey görmüyorum bu güvenlik yasasında. Bunu bu şekilde tanımlamak gerektiğini düşünüyorum. Yani toplumu tamamen siyasetten uzaklaştıracak ve yani tam da şu anda en fazla barış süreci çerçevesinde, demokratikleştirme süreci çerçevesinde toplumun kendisini siyasi ve sosyal olarak ifade etmesinin önüne korkunç, büyük engeller getirildi. Bunu ben bir iç savaş yasası olarak görüyorum.

“İç güvenlik yasası, devletin halka, muhaliflere kolluk güçleriyle savaş açmasının yasallaşmasıdır”

Peki, Genç Siviller’in kurucularından olan Turgay Oğur geçenlerde iktidarı desteklediği için pişmanlığını belirtmek amacıyla ‘iktidarı destekledim, maymun gibi kafese kapatıp gezdirseler şikayet etmeye hakkım yok’ diye bir tweet attı. Sizin bu bağlamda AKP’ye olan inancınız ne zaman ya da nasıl, hangi olaydan sonra sönümlendi?

Benim AKP’ye olan inancım ne?!

Yani bir demokrasi taşıyıcılığı misyonuyla ilk etapta iktidara geldiğini söylersek bunun sonrasında şöyle de devam edeceğim soruma müsaadenizle; bu bağlamda aydınların ve toplumun kanaat önderlerinin toplumu yeniden yönlendirmeden önce bir özeleştiri vermeleri gerektiğine ya da yanlış çıkan öngörülerini kabul etmeleri gerektiğine inanıyor musunuz?

Ben AKP’nin Türkiye’de çok önemli bir iş başardığını düşünüyorum. O iş de hakikaten belli mağdur kesimleri siyaset ve toplum sahnesine çıkarttı. Hiçbir zaman AKP bundan fazlasını yapacak bir parti değildi. AKP kendisini zaten muhafazakar ve neoliberal olarak tanımlıyor. En başından beri bütün ekonomik politikalarına karşıydım ben şahsen. AKP’yi de her zaman neoliberal parti olarak gördüm ve bu anlamıyla insanların olanaklarını ve özgürlüklerini kısıtlayan bir parti olarak gördüm. Ama belli bir konjonktürde Türkiye’deki belli toplumsal kesimlerin tarih sahnesine çıkma arzusuna cevap oldu AKP. O ölçüde de bence başarılı oldu. Yani CHP’nin kurmuş olduğu veya kemalizmin kurmuş olduğu hiyerarşileri yıktı. Evet, yeni hiyerarşiler geliştirdi ve o hiyerarşilere karşı da mücadelenin sürmesi gerekiyordu. Bence burada şöyle bir hata var; aydınların belki vermesi gereken, bizim ilk baştan beri eleştirdiğimiz, Türkiye’de aydınlar hep bir ‘devletin restorasyonu’ projesine yatırım yaptılar ve AKP’yi devleti değiştirdiği ölçüde o restorasyona AKP ile birlikte yatırım yaptılar. Ama biz zaten devletin restorasyonunu değil toplumun özgürleşmesini savunan insanlarız. Devletin restorasyonunu değil devletin yok olmasını, yani devletin sadece birtakım işleri yapacak fonksiyonelliğe indirgenmesini, bütün büyüsünü ve gücünü kaybetmesini, sadece cürümüne inmesini savunan insanlarız. O sebepten ötürü tabii ben kendimi o aydınlardan ayrı tutuyorum. Ama o aydınların da özeleştiri vermeleri gereken şeyin yani ‘AKP’nin biz ne kadar İslamcı olduğunu anlamadık, ne kadar faşist olduğunu anlamadık’ falan değil de sürekli devletin restorasyonuna yatırım yapmaktan vazgeçmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda bir özeleştiri vermeleri gerekir.

Türkiye’de aydınlar hep bir ‘devletin restorasyonu’ projesine yatırım yaptılar ama biz toplumun özgürleşmesini savunuyoruz

Biraz da Gezi’den bahsetmek istiyorum. Gezi’de AKP politikalarına ve polis şiddetine karşı birbirinden çok farklı toplumsal kesimlerin birlikte omuz omuza direndiğini gördük. Öte yandan muhalefet partilerinin de Gezi hareketlerinden önemli dersler çıkardıklarını ve toplumun taleplerini algıladıklarını belirten mesajlar yayınladılar. Muhalefet partilerinin Gezi’den yükselen birlik ve beraberlik mesajının gerçekten algılayabildiğini söyleyebilir miyiz, içselleştirebildiklerini? Ve bu mesaj içselleştirildiği takdirde seçimlerde bir seçim ittifakı beklemek olası mıdır? Ya da Gezi Parkı direnişi uzun vadede muhalefete sizce ne derece katkılı oldu?

Yani bence belli toplumsal kesimlerin kendine güvenini artırdı. Türkiye’de farklı bir eylem anlayışını geliştirdi. Toplumsal kesimlerin birbirine temasını sağladı. Yani bir tarih yazdı Gezi çok önemli bir olay. Ama Gezi’yi böyle bir politik bir mesaja indirgemek bence problemli. Yani Gezi her politik mesajı aşan, her politik mesajı aşkın bir şeydi. Bence işte mesela Ekim Olayları da öyle bir şey. Yani herhangi bir politik mesaja indirgenemez. Bütün politik mesajları aşan bir icradır o da, Gezi de bir icraydı. Bir alternatifin icrasıydı. Yani politiğin çok ötesinde, bizim politik diye anladığımız şeyin çok ötesinde birer icra bunlar. İttifak meselesine gelince, yani ittifak, siyasette olan ittifak çıkar ilişkileriyle, konjonktürlerle ilgili. Yani böyle Gezi’nin direk yansıması veya Gezi’nin yansımaması veya Gezi’yi iyi anlamak veya iyi anlamamak meselesi değil. Dediğim gibi Gezi bir mesaja indirgenemez. Aynı şekilde Kobani eylemleri için de aynı şeyi düşünüyorum.

Gezi politik bir mesaja indirgenemez. Gezi, bütün politik mesajları aşan bir icraydı. Bir alternatifin icrasıydı

Avrupa ve Türkiye’deki sağlık politikaları üzerine yaptığınız araştırmalarda da Türkiye’nin sağlık sisteminin dönüşümünü incelediniz. Türkiye’deki sağlık sisteminin dönüşümünde AK Parti’nin olumlu veya olumsuz gözünüze özellikle çarpan değişimlerinden bahsedebilir misiniz diyecektim.

Yani belli bir dönemde dediğim gibi yine ben bu konuda evet yazdım. Yani mesela Türkiye’deki güvenlik rejiminin hiyerarşikliğini; yani Emekli Sandığı daha fazla kullanır, Sosyal Sigortalar daha az, en az da Bağ-Kur… Yani bunun altüst edilmesini şahane buluyorum. Bunun altüst edilmesi gerekiyordu. Bu harika bir şeydi. Fakat öte yandan bunun şeye dayanılmasının da, … genel sağlık sigortasının da, yani paralı olması sağlığın demek istediğim, vergiden … ne derler ‘sponsor’??

Finanse edil…

Edilmemesi. Ve eski şeyin, sağlığın bir ölçüde paralı olmasının devamı. Yani öbür taraftan tabii hastanelerin hepsinin özelleştirilmesi… Bütün bunlar korkunç şeyler ve gittikçe daha kötü olacak. Biz vergiden finanse edilmesini savunuyorduk ama bu üç sistem arasındaki hiyerarşinin yok edilmesinin de gerektiğini savunuyorduk. Yani ama zaten açıkçası AKP’nin uyguladığı ‘sağlıkta dönüşüm’ tamamıyla Dünya Bankası’nın tavsiye ettiği yani ekonomileri neoliberalizme, sağlık ekonomisini neoliberalist bir politikanın içine almak için yaptığı tavsiye kararı ve şeyin aynen uygulanmasıdır. Ondan çok söylenecek bir şey yok yani.

Son olarak sizi de daha fazla yormamak adına bir-iki adet dış politika sorum var. Öncelikle Arap Baharı ile başlayan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Orta Doğu’nun güncel durumunu ve IŞİD’i göz önünde bulundurduğumuzda Barış Süreci’ni Kürt ve Türk halkının bölgedeki varlığı açışından öneminden bize biraz bahsedebilir misiniz?

Arap Baharı’nı çok önemsiyorum. Arap halklarının ve bütün bu bölgede yaşayan, Orta Doğu’da yaşayan halkların demokrasi ve özgürlük taleplerini eylemle, eyleyişle göstermelerini çok çok önemsiyorum. Tabii ki bütün toplumsal olaylar gibi ne yazık ki yeterince örgütlenme yoksa veya örgütlenme altyapısı yeterince hazırlanmamışsa bunların niyetlerinden bağımsız tahakküm ilişkilerinin içine girmeleri de kaçınılmaz. Arap Baharı’nda da birçok yerde bu oldu. Ne yazık ki Türkiye’nin de bu konuda oynadığı çok büyük bir rol var, bunları bir takım siyasi oyunlara indirgemek konusunda. Ama çok önemsiyorum, bunun böyle kalmayacağını düşünüyorum. Orta Doğu’da özgürleşme arzusuna ve kendi geleceğini yaratmaya dönük büyük bir enerji açığa çıktı. Bu hakikati, diyeyim, IŞİD bu hakikati kötülüğe çevirmiş bir örgüt yani mesela Avrupa’da düşünün ki 1930’larda çıkmış olan enerjiyi, 1920’lerde çıkmış olan enerjiyi nasıl bir taraftan komünizm özgürlük çerçevesinde bir harekete çevirmiştir ama aynı hakikate Naziler el koymuş ve bunu bir kötülüğe çevirmiştir. Bence burada da çok benzer bir şey yaşanıyor yani Orta Doğu’da bir hakikat ortaya çıktı. Ve o hakikat gerçekten Avrupa’ya da başkaldırıyor, sömürgeciliğe de başkaldırıyor, faşizme de başkaldırıyor, tek adamcılığa da başkaldırıyor ama buna IŞİD el koydu çünkü IŞİD örgütlüydü. Yani Irak örgütlenmesini taşıyabildi ve bunu bir kötülüğe çevirdi. Kürt Özgürlük Hareketi, alternatif başka bir şeyi savunuyor. Demokratik özerkliği savunuyor, kadınların özgürlüğünü savunuyor, o da o hakikat üzerinden kendini tanımlıyor. Bunların ikisi birbiriyle böyle çatışan güçler olarak sahneye çıktı. Bence Barış Süreci de bunlardan bağımsız ele alınamaz. Yani Kürt özgürlük hareketinin kendi evrensel taleplerini açığa çıkarması, kendi taleplerinin ne kadar Orta Doğu için, bütün Orta Doğu için bir seçenek olduğunu anlatabilmeleri ve icra etmeleri için Barış Süreci çok önemli bir rol oynuyor. Ve buna tabii ki başka halkları; Türk halkını, Ermeni halkını, Süryani halkın… Bütün bunları dahil etmek için hem Rojava de hem Barış Süreci önemli bir rol oynuyor. Bunların birbiriyle çok ilişkili olduğunu düşünüyorum diyeyim.

“Arap Baharı’nı çok önemsiyorum. Orta Doğu’da özgürleşme arzusuna ve kendi geleceğini yaratmaya dönük büyük bir enerji açığa çıktı

Barış Süreci’ni de göz önünde bulundurursak Kobani konusunda Türkiye’nin dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Karmaşık o. Yani tabii ki IŞİD’e yatırım yaptı. Kobani’nin işgal edileceğini düşünüyordu. IŞİD’le olan ilişkisinin stratejik değil taktiksel olduğunu düşünüyorum yani Kürtlere karşı bir birliktelik olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye daha fazla El-Nusra cephesine, diğer Müslüman Kardeşler’e yatırım yapıyordu. Hem Suudi Arabistan’la şeyler vardı… Yani IŞİD bir Suudi Arabistan’a daha yakın, El-Nusra daha Türkiye’ye yakındı. İşte Mursi zamanında da bunların karşı karşıya geldiğini gördük. Yani bence stratejik değil taktiksel bir birliktelik var ama bunun bedelini Türkiye çok ciddi şekilde ödedi ve daha da ödemeye devam edecek. Yani Kobani hakikaten nihayetinde Kürt Özgürlük Hareketi’nin bir zaferi ve Kürt Özgürlük Hareketi Türkiye’yi şu anda çok farklı alanlarda kuşatmış durumda. Tabii müzakerenin devam etmesinin sebeplerinden biri de bu. Bunu da ben pozitif görüyorum. Yani müzakerenin devam etmesi, müzakerenin bir hakikate dönüşmesi, gerçekten tartışılabilmesi ve Orta Doğu’da farklı evrensel modellerin birbirleriyle meşru ve açıkça yarışmasını, bunun kapalı kutular ardında yürümesinden çok daha pozitif buluyorum.

Sizce peki IŞİD’e karşı bir NATO müdahalesi olası mı?

Bilmiyorum ama olmamasını tercih ederim.

Pekala.

Yani NATO’nun veya NATO güçlerinin doğrudan müdahale etmesinin bu bölgede açtığı yaraların sonucudur IŞİD zaten. Yani böyle bir şey olursa bu sefer başka bir takım yaralar açılacak, başka bir IŞİD doğacak. Yani bu Orta Doğu’nun öz örgütlenmesiyle olacak bir şey. Bu, Orta Doğu’nun öz örgütlenmesine olanak açabilir. Avrupa ülkelerinin yapacağı şey bu olabilir. Yoksa Avrupa ülkelerinin sürekli istihbaratları aracılığıyla, askeri güçleri aracılığıyla, ekonomik yaptırımları aracılığıyla Orta Doğu’yu yönetme çabası zaten IŞİD’i yaratmış olan şeylerden bir tanesi.

Müzakerenin tartışılabilmesi ve Orta Doğu’da farklı evrensel modellerin birbirleriyle meşru ve açıkça yarışmasını çok daha pozitif buluyorum

Son olarak size bir de İspanya’da Podemos, Yunanistan’da Syriza’nın yükselişini neoliberalizme karşı oluşmaya başlayan kitlesel bir muhalefet olarak okumanın doğru olup olmadığını sormak istiyorum. Syriza’nın HDP’ye açıkladığı desteği de bu bağlamda nasıl yorumluyorsunuz? Ve bu desteğin siyasi pratiğe ve güncel siyasete sizce ne gibi katkıları olacak?

Şimdi Syriza ve… çok tabii olumlu buluyorum. Yani yeniden sosyalizmin, radikal demokrasinin yani radikal demokrasiyle harmanlanmış bir sosyalizmin dünyada ve Avrupa’da bir seçenek olarak ortaya çıkması solcular açısından önemli bir kazanım. Yani ben Yunanistan’daki sorunla Türkiye’deki sorunun birbirinden farklı olduğunu düşünüyorum. Yunanistan’da hakikaten ekonomik bir kriz vardı. Türkiye’ye de belki öyle bir ekonomik kriz geliyor ama şu anda öyle bir ekonomik krizden bahsedemeyiz. Türkiye’de büyük bir temsil krizi var. Türkiye’de bir ayrımcılık, çatışma, iç savaş… Yani bütün bunlar var. Biraz o yüzden farklı olduğunu düşünüyorum Yunanistan’dan. Ancak yani Türkiye hem oraya bakmalı hem Syriza’dan, deneyiminden öğrenmeli hem Syriza deneyimini öğretmeli ama aynı zamanda Orta Doğu coğrafyasında bir geçiş ülkesi olduğunu, Orta Doğu coğrafyasının parçası olduğunu unutmamalı ve problemlerinin Syriza’nın cevap olduğu problemlerden farklı olduğu gerçeğini de görmeliyiz diye düşünüyorum.

Peki aktif siyasete, Syriza’nın HDP’ye açıkladığı desteğin bir katkısı olur mu sizce?

Yok yani Türkiye’de böyle şeylerin çok etkisi olmaz.

Efendim zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.

-BÖLÜM II SONU-

***

© 2015 Research Turkey. Tüm hakları saklıdır. Bu röportaj referans verilmeden basılamaz, çoğaltılamaz veya kopya edilemez.

Röportajı şu şekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

Research Turkey (Mayıs, 2015), “Dr. Nazan Üstündağ ile Röportaj: Günümüz Türkiyesi’nin Belli Başlı Sosyal Sorunları (Bölüm II): Halkların Demokratik Partisi’nin Seçim Barajı Sorunsalı, Kürt Hareketinin Evrensel Söyleminin Orta Doğu’daki Özgürleşmeye Katkısı”, Cilt IV, Sayı 5, s.20-33, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (Research Turkey), Londra: Research Turkey

ResearchTurkey
ResearchTurkey
AnalizTürkiye

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...