Türkiye’de Sağlık Sisteminde Tehlikeli Bir Oyun: Hekimler ile Hasta ve Hasta Yakınları Karşı Karşıya

Date:

Türkiye’de hekime yönelik şiddet fiziksel, sözlü ve psikolojik biçimleri ile birlikte yakın zamanda adeta yaygın bir toplumsal pratik olarak karşımıza çıkmaya başladı. Göğüs cerrahı Dr. Ersin Aslan’ın bir hasta yakını tarafından öldürülmesi ise yükselen hekime yönelik şiddetin son korkunç örneğiydi. Aslan’ın ölümü Türkiye’deki hekimler için bardağı taşıran son damla oldu.

Ne yazık ki hekime yönelik şiddet hem Türkiye’de hem de diğer ülkelerde farklı oranlarda da olsa her zaman mevcut oldu. Örneğin, İsrailli hekimlerin planlanmış bir ameliyatın ertelenmek durumunda kalınması gibi nedenlerle hasta yakınları tarafından şiddete maruz bırakıldıklarını biliyoruz (Haaretz, 2008). Yakın dönemde Çinli hekimlerin hastanelerde kişisel güvenliklerinin tehdit altında olduğunu bildiren haberlerle de karşılaşıyoruz (The Lancet, 2012).

Türkiye’de hekimlere yönelik şiddetin son bir kaç yıl içerisinde arttığını gerek basın yayın kuruluşlarının haberlerinden gerekse bu konuyla ilgili yapılan araştırmalardan (örn. Aydın, 2009)  biliyoruz. Örneğin, Gaziantep’te yapılan bir araştırmaya katılan hekimlerin yüzde 36.5’I son bir yıl içerisinde şiddet gördüklerini belirtmişler (Gaziantep Tabip Odası, 2008). Antalya’da yapılan benzer bir araştırma ise son beş yıl içerisinde hekimlerin yüzde 44’ünün hasta ve hasta yakınları tarafından en az bir kez şiddete maruz bırakıldıklarını gösteriyor (Antalya Tabip Odası, 2012). İzmir’de yapılan araştırma ise, araştırmaya katılan hekimlerin yüzde 40’ının şiddeti kendi mesleklerini icra ederken karşılarına çıkan en önemli sorun olarak gördüklerini ortaya koyuyor (İzmir Tabip Odası, 2012). Araştırma sonuçlarına göre, hekime yönelik şiddetin faillerinin ezici çoğunluğunu hasta yakınları oluşturuyor; daha az sayıda da olsa hekime yönelik şiddet yine hekimlerden ve diğer sağlık çalışanlarından da gelebiliyor (Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası, 2009).

Hekimlere yönelik şiddet dünya çapında genellikle hastanenin acil, psikiyatri ya da ilk yardım gibi en stresli servislerinde gerçekleşiyor. Örneğin, İsrail’de acil servisler hekimlere yönelik şiddete sıkça sahne oluyorlar. Bazen de belirli uzmanlık alanlarında çalışan hekimler şiddet mağduru olabiliyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde kürtaj karşıtı grupların jinekologlara yönelik şiddet uygulaması bu durumun bir örneğini oluşturuyor (Haaretz, 2008).

Türkiye’de ise son dönemdeki durum bu genel hikâyeden bir ölçüde farklılık gösteriyor. Hekimlere yönelik şiddet Türkiye’de hastanenin farklı servislerine ve farklı tıp uzmanlık alanlarına daha çok yayılmış durumda. Ülkemizde sinir cerrahisi, göğüs cerrahisi ve nöroloji gibi servisler de hekimlere yönelik şiddete sahne oldu.

Türkiye’de hekimler geçmişte en yüksek toplumsal statüye sahip meslek gruplarından biriydiler. Hala milyonların girdiği üniversite sınavlarının en yüksek puan alan gençlerin tıp fakültelerini tercih ediyorlar. Böylesi saygın bir meslek grubunun aynı zamanda şiddet mağduru haline gelmesi durumu sosyolojik açıdan bu meseleyi anlamayı biraz daha karmaşıklaştırıyor. Geçmişte hasta ve hasta yakınlarının hekime çeşitli kültürel pratiklerle saygı göstermesi genel toplumsal kabul gören bir durumdu. Halk hekimleri bir çeşit bilge kurtarıcılar olarak görüyordu. Bu bağlamda Türkiye’de hekime yönelik şiddetin artış eğiliminde olması değişen toplumsal dinamiklere işaret ediyor olmalı.

Peki, ne değişti de hekimler Türkiye’de en çok şiddete maruz kalan meslek gruplarından biri haline geldi? Hekimlere yönelik şiddetin artmasının arkasında hangi nedenler yatıyor olabilir? Hekimlere yönelik şiddetin artma eğiliminde olmasının Türkiye sağlık sistemi açısından ne gibi sonuçları olabilir?

Şüphesiz ki şiddet hiçbir biçimde meşru kılınamaz. Bu makale de hekimlere yönelik şiddetin anlaşılabilir ya da meşru kılınabilir olduğunu anlatmayı hedeflemiyor. Fakat bu mesleğin mensuplarına yönelik artan şiddetin toplumsal nedenlerini incelemek bize değişen toplumsal dinamiklere dair bilgi verebilir.

Türkiye’de geçmişte hekimler ile hasta ve hasta yakınları arasındaki barışçıl fakat hiyerarşik ilişkinin artık yürümüyor. Peki neden?

Bu soruya sağlık sosyolojisi içerisinden farklı cevaplar verildi. Örneğin, artık tıbbi bilginin hastalar açısından daha erişilebilir olması hekimlerin ruhani konumlarını sarstı. Hastaların giderek kendilerini müşteri olarak konumlamaya başlamaları hasta ile hekim arasındaki saygı ilişkisini zedelemeye başladı. Türkiye’de hekim sayısının artışı ile paralel olarak hekime erişim kolaylaştı ve hekimin geçmiş yıllarda az ve değerli olması durumu giderek seyreldi. Fakat bu açıklamalar hikâyenin tümünü açıklayamıyorlar.

Bu soruya cevap ararken bakmamız gereken bir diğer alan sağlık politikaları alanı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP ya da AK Parti) hükümetinin 2002 yılı genel seçimlerinde iktidara gelmesinin hemen ardından başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı hekimlerin toplumsal imajlarının dönüşümünde şüphesiz ki önemli bir değişken oldu.

Reformun içeriği incelendiğinde, bu reformun en basit tarifle Türkiye sağlık sisteminin sigorta temelli finansman modelini güçlendirdiğini, sağlık hizmeti sunumunda piyasa tipi bir yapılanmanın temellerini attığını, hekimlerin hem devlet ve üniversite hastanelerinde hem de kendi kliniklerinde çalışmasına son verdiğini ve özel sektörün özellikle sağlık hizmetleri sunumunda ciddi bir pay almasını sağladığını söyleyebiliriz.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Sağlık ve Sosyal Hizmetler Emekçileri Sendikası (SES) hekime yönelik artan şiddetin yegâne sorumlusu olarak Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı görüyorlar. Seçilmiş sol kadrolar tarafından yönetilen ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’na başından itibaren muhalif olmuş bu iki kurum, sağlık reformunun sağlık alanında yerleştirdiği piyasa mantığının hekim ile hasta ilişkisinde tansiyonun artmasına yol açtığını savunuyorlar. Özyurt’un araştırması da TTB ve SES’in bu savlarını destekleyecek bulgular sunuyor. Araştırmaya göre hekime yönelik şiddetin nedenleri arasında acil servislerde uzun bekleme süreleri, hükümetin vaatleri ile hastanelerdeki gerçeklerin örtüşmemesi gibi sağlık sistemine dair sorunlar bulunuyor  (Özyurt, 2009).

Hekimler ile hasta ve hasta yakınları arasındaki tansiyonun artmasına neden olmuş olabilecek bir diğer unsur ise hükümet yetkilileri tarafından kullanılan hekim karşıtı söylem. Hükümet yetkilileri sağlık reformunu meşru kılabilmenin bir aracı olarak hekim karşıtı bir söyleme başvurdular. Reform sürecinin başlangıcından bu yana hükümet yetkilileri Türk Tabipleri Birliği’ni yurttaşların sorunlarını görmezden gelen sıradan bir çıkar grubu olarak yansıtma çabası içinde oldular ve karşıt görüşlü hekimleri paragöz olmakla itham ettiler. Hükümet ise kendini bu süreçte kamu çıkarının tek temsilcisi olarak gösterdi ve yerleşik çıkarlarını korumaya çalışan varlıklı hekimler ve onların örgütü ile mücadele eden bir halkın tarafında bir aktör olarak sundu. Gerçekten de şuan için sağlık hizmetlerinden memnuniyetin reform öncesine göre ciddi oranda artmış olması hükümetin çizdiği bu resmi doğrular nitelikte görünüyor. Fakat hekimler hala ciddi sorunlarla karşılaşan hastaların bulunduğunu ve hastaların henüz farkına varmadıkları ancak kendilerinin orta vadede ortaya çıkacak ciddi sorunlar gördüklerini iddia ediyorlar. Kimin ne kadar haklı olduğunu Türkiye sağlık sisteminin gelecekteki durumu bizlere gösterecek.

Fakat hükümet ile reforma muhalif hekimler ve hekim örgütü arasındaki çekişme farklı kulvarlarda sürmekte. Bu çekişmenin temelini oluşturan meselelerden birini hasta ve hasta yakınlarının hekimlerden şikâyetlerini toplamak amacıyla kurulmuş olan bir telefon hattı ya da halk arasında bilinen kısaltmasıyla SABİM oluşturuyor. Kişisel görüşüm, SABİM’in hasta ve hasta yakınlarının şikâyetlerini iletebilecekleri bir kurumsal altyapı oluşturulması ve hekimleri hasta aleyhine eylemlerinden sorumlu tutabilme imkânı vermesi açısından şüphesiz ki olumlu bir adım olduğu yönünde. Bu nedenle de SABİM halk tarafından çok olumlu karşılanmış görünüyor. Fakat hekimler SABİM’in kendilerine yönelik bir disiplin aygıtı olarak kullanılabilme ihtimalinden (kimilerine göre çoktan gerçekleşmiş bir durum) söz ediyorlar. Ayrıca hekimler SABİM’in Türkiye sağlık sisteminde hiçbir yapısal sorun olmadığına (örn. yeterli hekim ve sağlık çalışanının olmaması ve yeterli hasta yatağının bulunmaması vb.) ve halkta tüm sorunların uygulayıcılardan yani öncelikle hekimlerden kaynaklandığına dair bir algı yarattığını savunuyorlar. Reform karşıtı hekimler SABİM’in hükümetin popülist eğilimini destekleyen bir araç olduğunu ve SABİM üzerinden hastaların gerçek sorunlarına çözüm üretilmediğini iddia ediyorlar. Hekimlerin önemli bir bölümüne göre SABİM sağlık sisteminin güncel ve gelecekteki sorunlarının sorumluğunu hükümetten alıp hekimlerin omzuna yüklemenin bir yolu. Hekimlerin bu iddialarına da kulak tıkamamak gerekiyor.

Son dönemde Türkiye’de hekimler ile hasta ve hasta yakınları arasında tansiyonun artmasının nedenlerinden bir diğerini de hekimlerin devlet tarafından sağlanan farklı nakit desteği programlarında sınır bekçisi konumunda bırakılmaları oluşturuyor. Hekimlerin Türkiye refah sistemindeki sınır bekçisi konumlarını iki örnek üzerinden anlatmak mümkün. Bu örneklerden ilki, hekimlerin kurul üyeleri olarak engellilik raporu vermeleri. Engellilik raporu, kurullar tarafından belirlenen özür oranları ışığında, rapor sahibine devlet tarafından sağlanan nakit desteği programlarına başvurma hakkı sağlıyor. İkinci olarak ise, hekimler gündelik iş yükleri arasında hastanede vefat eden bireyler için ölüm raporları düzenliyorlar. Bu raporlar artık bir kez düzenlendiklerinde ve çevrimiçi sisteme girildiklerinde bu kişiye sağlanan örneğin emeklilik maaşının son bulmasına neden oluyor.

Aslında hekimlerin refah sistemleri içerisinde bir tür sınır bekçisi konumuna itilmeleri Türkiye’ye has bir durum değil. Hemen hemen tüm kapitalist sosyal refah sistemlerinde hekimler böyle bir biçimde meşruiyet sağlayıcı otoriteler olarak kullanılıyorlar. Türkiye bağlamındaki farklılık hasta ve hasta yakınlarının hekimlerden “kendilerine bir iyilik yapmalarını” beklemeleri. Yani olduğundan daha yüksek bir özür oranı gösteren bir rapor vermelerini (daha yüksek oranda bir nakit desteğine erişebilmek için), ya da ölüm raporunu yazmayı geciktirmelerini istemek (emeklilik maaşının bir süre daha tam maaş düzeyinden yatması için) gibi. Hekimler eğer kuralların dışına çıkmazlarsa şiddetle cezalandırılabilirler. Bu durumlarda, hekimlerden profesyonel sınırlarının dışına çıkıp refah sisteminin sorunlarına bireysel çözümler sağlamaları bekleniyor. Yaşam savaşı veren insanlar da taleplerini siyasallaştıramadıkça gözlerini çözüm için hekimlere çeviriyorlar.

Böylesi gerilimlerden beslenen hekimlere yönelik şiddete son vermek amacıyla çeşitli çözüm önerileri sunuldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi hekimlere yönelik şiddeti engellemek amacıyla bir komisyon kurdu. Sağlık Bakanı Recep Akdağ ise hekimlere yönelik şiddete müsamaha gösterilmeyeceğini ve tüm önerilerin arkasında olduğunu bildirdi (Hürriyet, 2012).

Hükümet kanadından gelen önerilen çoğu hastanelerde güvenliği arttırmak ve kamuoyu bilgilendirme çalışmaları yapmanın ötesine geçmiyor. Bu öneriler iyi niyetli olmakla birlikte, meselenin karmaşıklığını dikkate almamaları nedeniyle görece olarak başarısızlıkla sonuçlanma ihtimali ile karşı karşıyalar.

Türk Tabipleri Birliği ise hükümetin hekim karşıtı bir söylemle hekime yönelik şiddetin artmasına dolaylı olarak da olsa katkıda bulunduğunu vurgulayarak bu durumu hekimler arasında bir muhalefet örgütlemek için kullanıyor. Bu bağlamda TTB 19 Nisan’da bir günlük bir hekim grevi örgütledi. 19 Nisan’da hekimler tüm ülkede sessizce kendilerine yönelik artan şiddeti protesto ettiler.

Bu adımların yanı sıra, maalesef, TTB hekimler arasında hasta ve hasta yakınlarının şikayet mekanizmalarının ortadan kaldırılmasına yönelik de bir kampanyaya ev sahipliği yapmaya başladı.

Büyük resme bakıldığında Türkiye sağlık sisteminin hayli ilginç bir oyuna sahne olduğuna dair bir kanı oluşuyor. Bir yanda hekimlere giderek daha fazla şiddet gösteren hasta ve hasta yakınları. Bu artan şiddet hekimlerin riskli tıbbi operasyonlara girmelerinin önünde gittikçe daha fazla engel oluşturacağa ve sonunda hastaların aleyhine sonuçlar doğuracağa benziyor. Bir diğer yanda ise, hastaların şikâyetlerine daha az duyarlı ve hasta ile hasta yakınlarının şikâyet etme mekanizmalarına erişimlerinin kısıtlandığı bir sağlık sistemi özlemlerini dile getirmeye başlayan hekimler. Özellikle TTB’nin bu konudaki yaklaşımının hekimler ile hastalar arasında hâlihazırda kötüleşmekte olan ilişkiyi daha da sorunlu hale getirebileceğini hesaba katmak lazım.

Tabii ki hekimlere güvenli bir çalışma ortamı sağlanması için ne gerekiyorsa yapılmalı. Fakat alınacak önlemler meselenin karmaşıklığını gözden kaçırmamalı ve hastaların istek ve haklarının karşısında konumlandırılmamalı.

Meselenin karmaşıklığı ile hekime yönelik şiddetin Türkiye sağlık sistemi ve hatta Türkiye refah sisteminin daha büyük sorunlarından ayrıştırılarak incelenmesinin mümkün olmadığını kastediyorum. Hekime yönelik şiddet yalnızca basit ve tekil suç olaylarından ibaret olarak anlaşılmamalı. Hekimlerin Türkiye sağlık sisteminin sorunlarının yegâne suçlusu olarak sunulmaları, hekimlerin asıl meslekleri dışında örneğin nakit desteği programlarının sınır bekçisi olarak görev yapmalarının beklenmesi ile neden daha fazla insanın hekimlere kızdığı arasında sistematik bir ilişki mevcut.

Bugün Türkiye’de daha eşitlikçi ve kamusal bir sağlık sisteminin iki potansiyel müttefiki hekimler ve hastalar birbirleri ile çatışma içerisindeler. Meseleye siyasi açıdan yaklaşacak olursak, bu çatışmanın Türkiye sağlık sisteminin yakın gelecekte nasıl bir rotaya doğru evrileceğine dair çok olumsuz sonuçları olabilir. Çünkü bugün her iki tarafın birbirine gönderdiği mesajlar kamusal bir sağlık sisteminin üzerine kurulu olduğu ahlaki temelleri yani hekimler ve hastalar arasındaki güven ilişkisini zedelemekten başka bir şeye yaramıyor.

Volkan Yılmaz, Doktora Öğrencisi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, Leeds Üniversitesi ve İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi

Bu makaleyi şu şekilde referans vererek kullanabilirsiniz:

Yılmaz, Volkan (Haziran, 2012), “Türkiye’de Sağlık Sisteminde Tehlikeli Bir Oyun: Hekimler ile Hasta ve Hasta Yakınları Karşı Karşıya”, Cilt I, Sayı 4, s. 18-23, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (AnalizTürkiye), Londra: AnalizTürkiye (http://researchturkey.org/?p=1356&lang=tr)

Bibliyografya

Antalya Tabip Odası. 2012. Hekim Eğilimlerini Değerlendirme Anketi.        

Gaziantep Tabip Odası. 2008. Sağlık Sektöründe Şiddet ve Hekimlerin Şiddet Algısı Anketi.

Haaretz. 2008. Too much violence against medical doctors. 3 Temmuz 2008.

http://www.haaretz.com/print-edition/opinion/too-much-violence-against-doctors-1.247135

Hürriyet. 2012. “O eli bükmek boynumun borcu.” 10 Mayıs 2012.

http://www.hurriyet.com.tr/saglik/20520827.asp

Izmir Tabip Odası. 2012. Hekimlik Alarm Veriyor.

The Lancet. 2012. Vol. 329. Issue 9828. Ending Violence against Doctors in China.

http://www.lancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736%2812%2960729-6/fulltext

Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası. 2009. Hekime Yönelik Şiddet Çalıştayı Raporu.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_img

Share post:

Subscribe

Popular

More like this
Related

Türkiye’de Yükselen Finans Kapitalizminin Yorumu

Türkiye, gelişen piyasası ile en iyi pazarlardan birisi olarak...

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı

Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Giriş Türkiye 1980’li yılların...

Uygarlıkların Sınırları: 21. Yüzyılda Türkiye ve Hindistan

Dünyanın iki çok kültürlü ulusu, Türkiye ve Hindistan, ilk...

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik Benzerlikler

Meksika ve Türkiye: Güçlü Kuzey Komşularıyla Jeopolitik Durumlarındaki Beklenmedik...